benzemek (-e) 1. İki kişi veya nesne arasında birbirini andıracak kadar ortak nitelikler bulunmak, andırmak:
"Ona göre işlemeyen, kurulmuş, bozulmuş bir saat hastalanmış bir insana benzerdi." -A. H. Tanpınar. 2. Sanısını uyandırmak, gibi görünmek:
"Bu zavallı çokça içmişe benziyor, gözleri buğulanmış, biraz da kaymış." -M. Ş. Esendal.
dinmek (nsz) 1. Sona ermek, bitmek, durmak:
"Gözyaşlarım dindi, ferahladım, eski hayatıma kavuştum." -Y. K. Beyatlı. 2. Kar ve yağmurun yağması, rüzgârın esmesi kesilmek veya durmak:
"Dinmiş lodosların uğultusu içinde / İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı" -O. V. Kanık.
dönmek (nsz) 1. Kendi ekseni üzerinde veya başka bir şeyin dolayında hareket etmek:
"İçeride anahtarın acı bir gıcırtısıyla döndüğünü duydum." -Y. Z. Ortaç. 2.
(-den, -e) Geri gelmek, geri gitmek:
"Ertesi gün aynı yoldan Bodrum'a döndük." -Halikarnas Balıkçısı. 3.
(-e) Yönelmek:
"Babam birdenbire bana döndü." -S. F. Abasıyanık. 4.
(-i) Sapmak:
"Gülümseyerek bir köşeyi döndü." -P. Safa. 5.
(-e) Bir şeyi andıracak duruma girmek, benzemek:
"Dikmen yolları, mabede adak için gidenlerin yollarına dönmüştü." -A. Gündüz. 6. Sınıfta kalmak:
Çocuk çalışmazsa bu yıl döner. 7.
(-e) Durumdan duruma geçmek, değişmek, olduğundan daha değişik bir durum almak, benzemek:
"Erkekler tekaüt olunca çocuğa dönüyorlar." -R. N. Güntekin. 8.
(-de) Belirli bir yerde dolaşmak. 9.
(-de) Kendini bir yandan bir yana çevirmek:
Yatağında sabaha kadar dönüp durdu. 10. Yönetilmek, düzene konulmak, çekip çevrilmek. 11.
(-e) Söz konusu etmek, hatırlamak:
"Biz yine onun gençliğine, lise öğretmeni olduğu zamana dönelim." -H. Taner. 12.
(-e) Bırakılan bir konu veya işe başlamak. 13.
mec. Hileyle, gizlice yapılmak:
"Burada bir şeyler oluyor, bir şeyler dönüyor ama anlayamıyorum." -R. H. Karay. 14.
din b. İnanç, din veya düşüncesini değiştirmek:
"... annesinin İtalyan Yahudisiyken döndüğünü söylemişti." -Ö. Seyfettin.
durmak (nsz) 1. Hareketsiz durumda olmak:
"Motorlu su taşıtlarından biri de kanal rıhtımının tam bizim önümüze düşen bir noktasında demir atmış duruyordu." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. İşlemez olmak, çalışmamak:
"Bileğimdeki saat durmuş." -A. Gündüz. 3. Bir yerde bir süre oyalanmak, eğlenmek, eğleşmek, tevakkuf etmek:
"Yolda nerede çeşme gördümse durdum, elimi yüzümü yıkadım, su içtim." -N. Cumalı. 4. Dinmek, kesilmek:
Yağmur durdu. 5. Varlığını sürdürmek:
Türklerin yüzlerce yıl önceki kitabeleri hâlâ duruyor. 6. Var olmak:
Bu kadar dersim dururken sinemaya nasıl gideyim? 7. Beklemek, dikilmek:
"Oturacak değil, ayakta duracak yer yok." -R. N. Güntekin. 8. Yaşamak:
Anneannen duruyor mu? 9. Birisinin malı olarak bulunmak veya o malla ilişkisi olmak:
Yazlık eviniz hâlâ duruyor mu? 10. Kalmak:
"Artık çok durmamış, yanındaki hanımla birlikte balodan çıkmış!" -M. Yesari. 11. Bir yerde olmak veya bulunmak:
"Aspirin getirmeyeceğini adı gibi biliyordu çünkü çekmecesinde dokunulmamış bir kutu duruyordu." -T. Buğra. 12. Belli bir durumda, bir görevde bulunmak:
"Her gelişimde ben de maçları seyreder, kaleci dururdum." -H. Taner. 13. Ara vermek:
Sabahtan beri hiç durmadım. 14. Bir konuyla çok ilgilenmek, üstüne düşmek. 15.
(yar) Kök veya gövdeleri sonuna -a (-e) eki almış fiillere gelerek süreklilik bildiren birleşik fiiller oluşturur:
Çalışadurmak, bakadurmak, getiredurmak, yiyedurmak gibi.
ekşimek (nsz) 1. Ekşi duruma gelmek:
Yoğurt ekşidi. 2. Bozulmak:
"Tepside bir bardak ekşimiş süt, bir çürük yumurta ve iki dilim siyah ekmek vardı." -N. Hikmet. 3. Mayalanmak:
Hamur ekşidi. 4.
argo Utanmak, mahcup olmak. 5.
argo Sırnaşmak, ısrar etmek. 6.
hlk. Kaşlarını çatıp yüzüne küskün veya dargın bir anlam vermek, somurtmak:
"Çardak'tan Rabiye'nin çıktığını görünce Bekir'in yüzü ekşidi." -N. Cumalı.
kapatılmak (nsz) 1. Kapatma işine konu olmak veya kapatma işi yapılmak:
"Baskı yanlışlıkları yüzünden kapatılan gazeteler vardı." -A. Ş. Hisar. 2. Ortadan kaldırılmak, feshedilmek:
Tekke ve zaviyeler kapatıldı. 3. Bir yerde tutulmak, hapsedilmek:
"Derken balıkçı öfkeyle ayağa fırladı, kafese kapatılmış bir kaplan gibi dolandı güvertede" -A. Erhat.
makaslanmak (nsz) 1. Makas almak işine konu olmak:
"Yanakları sert parmaklarla makaslanmış gibi parça parça kızarıp sararıyor." -R. N. Güntekin. 2. Kesilmek:
Bu film makaslanmış. süt is. 1. Kadınların ve memeli dişi hayvanların yavrularını beslemek için memelerinden gelen, besin değeri yüksek beyaz sıvı. 2.
bit. b. Bazı bitkilerin türlü organlarında bulunan beyaz renkte öz su. 3. Erkek balığın tohumu. 4. Süte benzeyen her türlü sıvı:
Acı badem sütü. 5.
argo Benzin, mazot.
tutulmak (nsz) 1. Tutma işi yapılmak veya tutma işine konu olmak:
"Bir yazıhane kiralanmış, aylıkla bir otomobil tutulmuştu." -E. E. Talu. 2. Ay ve güneş tutulma olayına uğramak. 3. Ünlü olmak, meşhur olmak. 4. Tutuk duruma gelmek. 5. Kapatılmak, sarılmak:
"Kaçmayı düşündüklerinde sokağın iki çıkışının da tutulduğunu gördüler." -İ. O. Anar. 6. Bir organ veya bir şey hareket edemez olmak:
"Konuşmak için dilim, yazmak için kalemim tutuldu." -F. R. Atay. 7.
(-e) Birine tutkun olmak, sevmek. 8.
(-e) Bir işe veya birine canı sıkılmak:
"Sen filozof geçinen ukala bir adama benzersin. Bak, ben böyle şeylere fena tutulurum." -H. Taner. 9.
(-e) Yakalanmak:
"Hastalığa tutulduğu sıralarda bir sabun fabrikasında çalışıyordu." -N. Cumalı. 10.
sp. Takım oyunlarında karşı takımdaki bir oyuncu yakından izlenmek, tutulmak, markaja alınmak.