devam etmek1) başlanmış bir iş sürmek:
"Hazırlıkların uzun zamandır devam ettiğinden, kimi ayrıntılardan öteden beri haberdardım." -E. Şafak. 2) sürekli gitmek:
"Falanca kahveye mütekait memurlar devam eder." -B. R. Eyuboğlu. 3) sürdürmek:
"Kız kendisini ağır satmakta devam ediyor." -R. H. Karay.
duymak (-i) 1. Bilgi almak, öğrenmek, haber almak:
Yaptıklarını duydum. 2. İşitmek, ses almak:
"Çamaşırcı Fatma kadın annemin duymayan kulaklarına yalvarıyor." -Y. Z. Ortaç. 3. Dokunma, koklama vb. duyularla algılamak, hissetmek:
"Yüzme denilen mucizeyi ancak beş altı sene sonra avuçlarımızın içinde duyabilecektik." -B. R. Eyuboğlu. 4. Nesnelere dokunmakla onların sıcaklık, soğukluk, sertlik, ağırlık, hareket vb. fizik durumlarından bilgi edinmek, hissetmek:
Elimin üzerinde bir böceğin gezdiğini duydum. 5.
(nsz) Bir ruh durumu içine girmek:
"Hakiki bedbahtlar, sefaletlerini birdenbire açığa vurmaktan utanç duyarlar." -R. N. Güntekin. 6.
(nsz) mec. Sezmek, fark etmek, hissetmek:
"Güzel olmasın fakat ruhu olsun, bir şey duysun." -H. C. Yalçın.
eğleşmek (nsz) 1. Oyalanmak, eğlenmek, tevakkuf etmek:
"Hadi boş yere eğleşme. Git eşeğini ara." -M. Ş. Esendal. 2. Bir yerde oturmak, yaşamak, ikamet etmek.
geçinmek (nsz) 1. Yaşamak için gerekeni sağlamak:
"Muharrem artık yalnız balıkçılıkla geçiniyordu." -S. F. Abasıyanık. 2.
(-le) Uzlaşmak, anlaşmak:
Aman çocuklar, birbirinizle iyi geçinin. 3.
mec. Taslamak:
"Şiir güç ya, şair olmak, şair geçinmek o kadar değil." -N. Ataç. 4.
(-den) mec. Kendi gereksinimlerini başkalarından sağlamak:
"Sen altmış para verip bir paket tütün almaz, herkesin tabakasından geçinirsin." -M. Ş. Esendal. 5.
hlk. Ölmek.
hissetmek (-i) (hi'ssetmek) 1. Fiziksel bir uyarıyı duymak:
"Hançer saplanmış gibi keskin bir sızı hissetmişti kasıklarında" -A. Kulin. 2. Bir şeyden etkilenmek, duymak. 3. Sezmek, farkına varmak, anlamak:
"Bu yıkılışın ona geldiğini hep hissediyorduk." -F. R. Atay. 4.
mec. Saymak, addetmek:
"Ömürleri boyunca hep kendilerini başkalarından sorumlu hissetmiş ve ancak böyle ayakta kalabilmiş insanlardan biriydi." -E. Şafak.
oturmak (-e) 1. Vücudun belden yukarısı dik duracak biçimde ağırlığı kaba etlere vererek bir yere yerleşmek:
"Bir sandalyenin üzerinde oturmuş, önüne bakıyordu." -S. F. Abasıyanık. 2.
(nsz) Bu biçimde yerleştiği yerde kalmak:
"Bakın, hikâye zordur, acımasız ve hoşgörüsüzdür. Oturursunuz ve başından kalkamazsınız." -T. Dursun K. 3.
(-i) Uygun gelmek, ölçüleri tam olmak:
"Ütüsüz ve beli oturmamış pantolonunu çekti." -T. Buğra. 4.
(-de) Bir yerde sürekli olarak kalmak, ikamet etmek:
"Aynı semtte oturdukları için komşu da sayılırlar." -B. Felek. 5.
(nsz) Hiçbir iş yapmadan boş vakit geçirmek, boş durmak:
Böyle oturacağınıza çalışsanız olmaz mı? 6.
(nsz) Toprak veya yapı çökmek, aşağı inmek:
Temelin bu tarafı on santim oturmuş. 7.
(-le) Biriyle beraber yaşamak:
"O günden beri, enişte beyle oturuyorum." -S. M. Alus. 8. Bir işi yapmakta olmak, bir işe başlamak üzere olmak:
"Bu saat, kendimi bildim bileli sofraya oturma saatimizdir." -Y. Z. Ortaç. 9. Yer almak, geçmek:
Valilik makamına oturdu. 10.
(nsz) Benimsenmek, yerleşmek, kökleşmek:
Gelenekler gün geçtikçe iyice oturdu. 11. Belli bir yörüngede dönmeye başlamak:
Uydu yörüngeye oturdu. 12. Sıvı tortuları dibe çökmek, dipte toplanmak. 13.
(nsz) Herhangi bir durumda belli bir süre kalmak:
"Arif gibi bir adamla çene yarışına girmek istememekle beraber susup oturamazdı." -M. Ş. Esendal. 14.
hlk. Mal olmak:
Bu bize pahalıya oturdu. sürmek (-i, -e) 1. Yönetip yürütmek, sevk etmek. 2. Devam etmek:
"Yenilenmesine karar verilen Meclisin yetkileri, yeni Meclisin seçilmesine kadar sürer." -Anayasa. 3. Önüne katıp götürmek:
Koyunları sürmek. 4. Uzatmak, ileri doğru itmek:
"Kahveyi ısıtıyor, suyu dolduruyor, cezveyi sürüyor, fincanı boşaltıyor." -M. Ş. Esendal. 5. Dokundurmak, değdirmek:
"Yüzümü saçlarına sürmek için başımı eğdim." -H. C. Yalçın. 6. Oturduğu, bulunduğu yerden, ülkeden ceza olarak başka bir yer veya ülkeye göndermek, nefyetmek:
"Mütarekede İngilizler onu Malta'ya sürdüler." -Y. Z. Ortaç. 7. Bir maddeyi bir yüzey üzerine ince bir tabaka olarak yaymak, dökmek, serpmek:
"Avucuna doldurup kokluyor; ensesine, şakaklarına, boynuna sürüyor." -R. H. Karay. 8.
tic. Bir malı satışa sunmak, piyasaya çıkarmak:
"Satılamayan ne kadar bayat, bozuk mal varsa pansiyonerlere sürerler." -H. R. Gürpınar. 9. Yasal olmayan yolla piyasaya para çıkarmak. 10.
(-i) Herhangi bir durum içinde bulunmak:
"Dört duvar arasında bir memur hayat sürüyordu." -Y. Z. Ortaç. 11.
(-i) Pulluk veya sabanla toprağı işlemek:
"Öküzünün biri ölünce tarlasını süremedi." -Ö. Seyfettin. 12.
(nsz) Olmaya devam etmek:
"Baygınlığım ne kadar sürdü bilmiyorum." -A. Gündüz. 13.
(nsz) Zaman geçmek:
Çok sürmez, her şey düzelir. 14.
(nsz) Zaman almak:
"Her odanın ziyareti bir saat sürmüştü." -A. Haşim. 15.
bit. b. Bitki, ot yetişip ortaya çıkmak, bitmek, yeşermek:
"Bu gölgeli yerlerde otlar bütün bir yaz mevsimi yeniden yeniye sürer, rutubetli toprakta bir bir arkasına yoncalar fışkırır, çayırlar kabarırdı." -R. H. Karay. 16.
(nsz) Olağandan daha çok, daha sık ve sulu dışkı çıkarmak.