Sözce'de sorgulama yapmak için bir kelime girin

yaşamak ne demek?

 - 4 sözlük, 5 sonuç.

Divanü Lügati't-Türk

yaşamak anlamı
yaşamak

Güncel Türkçe Sözlük

yaşamak anlamı
(nsz) 1. Canlılığını, hayatını sürdürmek: "Hiçbir şey yaşarken daha önemli değildir." -A. İlhan. 2. Sağ olmak: Deden yaşıyor mu? 3. Varlığını sürdürmek: Balıklar suda yaşar. 4. Oturmak, eğleşmek: Köyde yaşamak. Şehirde yaşamak. 5. Geçinmek: Bu kazançla yaşamak kolay değil. 6. Herhangi bir durumda bulunmak veya olmak: Bekâr yaşamak. Tek başına yaşamak. 7. Görüp geçirmek, başından geçmek: "Balkan Savaşı'nın bütün acılarını yaşamış bir ailenin kızıydı." -N. Cumalı. 8. mec. Sürmek, devam etmek: Onun anısı hep yaşayacak. 9. mec. Varlıklı, endişesiz, hoş vakit geçirmek, keyif sürmek: "Tek başına manevra yapan bir lokomotif rahatlığı ile hayatını yaşıyor." -H. Taner. 10. mec. Keyfi yerine gelmek, mutlu olmak, işleri yolunda olmak: Bu iş olursa yaşadık. 11. mec. Bir durumu yaşar gibi olmak, bir durumla özdeşleşmek, duymak, hissetmek: "Sen genç gibi yaşar, ihtiyar gibi ölürsün." -Ö. Seyfettin.

Türkçe - İngilizce

yaşamak anlamı
fiil
1) live
2) experience
3) dwell
4) inhabit
5) subsist
6) exist
7) taste
8) affect

Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü

yaşamak anlamı
... yaşında bulunmak: On yaşıyor.

*Afşin -Maraş

yaşamak anlamı
Hayatını idame ettirmek

Artvin Yusufeli Uşhum köyü

yaşamak eş anlamlısı

devam etmek
1) başlanmış bir iş sürmek: "Hazırlıkların uzun zamandır devam ettiğinden, kimi ayrıntılardan öteden beri haberdardım." -E. Şafak. 2) sürekli gitmek: "Falanca kahveye mütekait memurlar devam eder." -B. R. Eyuboğlu. 3) sürdürmek: "Kız kendisini ağır satmakta devam ediyor." -R. H. Karay.
duymak
(-i) 1. Bilgi almak, öğrenmek, haber almak: Yaptıklarını duydum. 2. İşitmek, ses almak: "Çamaşırcı Fatma kadın annemin duymayan kulaklarına yalvarıyor." -Y. Z. Ortaç. 3. Dokunma, koklama vb. duyularla algılamak, hissetmek: "Yüzme denilen mucizeyi ancak beş altı sene sonra avuçlarımızın içinde duyabilecektik." -B. R. Eyuboğlu. 4. Nesnelere dokunmakla onların sıcaklık, soğukluk, sertlik, ağırlık, hareket vb. fizik durumlarından bilgi edinmek, hissetmek: Elimin üzerinde bir böceğin gezdiğini duydum. 5. (nsz) Bir ruh durumu içine girmek: "Hakiki bedbahtlar, sefaletlerini birdenbire açığa vurmaktan utanç duyarlar." -R. N. Güntekin. 6. (nsz) mec. Sezmek, fark etmek, hissetmek: "Güzel olmasın fakat ruhu olsun, bir şey duysun." -H. C. Yalçın.
eğleşmek
(nsz) 1. Oyalanmak, eğlenmek, tevakkuf etmek: "Hadi boş yere eğleşme. Git eşeğini ara." -M. Ş. Esendal. 2. Bir yerde oturmak, yaşamak, ikamet etmek.
geçinmek
(nsz) 1. Yaşamak için gerekeni sağlamak: "Muharrem artık yalnız balıkçılıkla geçiniyordu." -S. F. Abasıyanık. 2. (-le) Uzlaşmak, anlaşmak: Aman çocuklar, birbirinizle iyi geçinin. 3. mec. Taslamak: "Şiir güç ya, şair olmak, şair geçinmek o kadar değil." -N. Ataç. 4. (-den) mec. Kendi gereksinimlerini başkalarından sağlamak: "Sen altmış para verip bir paket tütün almaz, herkesin tabakasından geçinirsin." -M. Ş. Esendal. 5. hlk. Ölmek.
hissetmek
(-i) (hi'ssetmek) 1. Fiziksel bir uyarıyı duymak: "Hançer saplanmış gibi keskin bir sızı hissetmişti kasıklarında" -A. Kulin. 2. Bir şeyden etkilenmek, duymak. 3. Sezmek, farkına varmak, anlamak: "Bu yıkılışın ona geldiğini hep hissediyorduk." -F. R. Atay. 4. mec. Saymak, addetmek: "Ömürleri boyunca hep kendilerini başkalarından sorumlu hissetmiş ve ancak böyle ayakta kalabilmiş insanlardan biriydi." -E. Şafak.
oturmak
(-e) 1. Vücudun belden yukarısı dik duracak biçimde ağırlığı kaba etlere vererek bir yere yerleşmek: "Bir sandalyenin üzerinde oturmuş, önüne bakıyordu." -S. F. Abasıyanık. 2. (nsz) Bu biçimde yerleştiği yerde kalmak: "Bakın, hikâye zordur, acımasız ve hoşgörüsüzdür. Oturursunuz ve başından kalkamazsınız." -T. Dursun K. 3. (-i) Uygun gelmek, ölçüleri tam olmak: "Ütüsüz ve beli oturmamış pantolonunu çekti." -T. Buğra. 4. (-de) Bir yerde sürekli olarak kalmak, ikamet etmek: "Aynı semtte oturdukları için komşu da sayılırlar." -B. Felek. 5. (nsz) Hiçbir iş yapmadan boş vakit geçirmek, boş durmak: Böyle oturacağınıza çalışsanız olmaz mı? 6. (nsz) Toprak veya yapı çökmek, aşağı inmek: Temelin bu tarafı on santim oturmuş. 7. (-le) Biriyle beraber yaşamak: "O günden beri, enişte beyle oturuyorum." -S. M. Alus. 8. Bir işi yapmakta olmak, bir işe başlamak üzere olmak: "Bu saat, kendimi bildim bileli sofraya oturma saatimizdir." -Y. Z. Ortaç. 9. Yer almak, geçmek: Valilik makamına oturdu. 10. (nsz) Benimsenmek, yerleşmek, kökleşmek: Gelenekler gün geçtikçe iyice oturdu. 11. Belli bir yörüngede dönmeye başlamak: Uydu yörüngeye oturdu. 12. Sıvı tortuları dibe çökmek, dipte toplanmak. 13. (nsz) Herhangi bir durumda belli bir süre kalmak: "Arif gibi bir adamla çene yarışına girmek istememekle beraber susup oturamazdı." -M. Ş. Esendal. 14. hlk. Mal olmak: Bu bize pahalıya oturdu.
sürmek
(-i, -e) 1. Yönetip yürütmek, sevk etmek. 2. Devam etmek: "Yenilenmesine karar verilen Meclisin yetkileri, yeni Meclisin seçilmesine kadar sürer." -Anayasa. 3. Önüne katıp götürmek: Koyunları sürmek. 4. Uzatmak, ileri doğru itmek: "Kahveyi ısıtıyor, suyu dolduruyor, cezveyi sürüyor, fincanı boşaltıyor." -M. Ş. Esendal. 5. Dokundurmak, değdirmek: "Yüzümü saçlarına sürmek için başımı eğdim." -H. C. Yalçın. 6. Oturduğu, bulunduğu yerden, ülkeden ceza olarak başka bir yer veya ülkeye göndermek, nefyetmek: "Mütarekede İngilizler onu Malta'ya sürdüler." -Y. Z. Ortaç. 7. Bir maddeyi bir yüzey üzerine ince bir tabaka olarak yaymak, dökmek, serpmek: "Avucuna doldurup kokluyor; ensesine, şakaklarına, boynuna sürüyor." -R. H. Karay. 8. tic. Bir malı satışa sunmak, piyasaya çıkarmak: "Satılamayan ne kadar bayat, bozuk mal varsa pansiyonerlere sürerler." -H. R. Gürpınar. 9. Yasal olmayan yolla piyasaya para çıkarmak. 10. (-i) Herhangi bir durum içinde bulunmak: "Dört duvar arasında bir memur hayat sürüyordu." -Y. Z. Ortaç. 11. (-i) Pulluk veya sabanla toprağı işlemek: "Öküzünün biri ölünce tarlasını süremedi." -Ö. Seyfettin. 12. (nsz) Olmaya devam etmek: "Baygınlığım ne kadar sürdü bilmiyorum." -A. Gündüz. 13. (nsz) Zaman geçmek: Çok sürmez, her şey düzelir. 14. (nsz) Zaman almak: "Her odanın ziyareti bir saat sürmüştü." -A. Haşim. 15. bit. b. Bitki, ot yetişip ortaya çıkmak, bitmek, yeşermek: "Bu gölgeli yerlerde otlar bütün bir yaz mevsimi yeniden yeniye sürer, rutubetli toprakta bir bir arkasına yoncalar fışkırır, çayırlar kabarırdı." -R. H. Karay. 16. (nsz) Olağandan daha çok, daha sık ve sulu dışkı çıkarmak.

"yaşamak" için örnek kullanımlar

Brezilya'da yaşamak için geçerli birkaç sebep sorsam, ne söylersin?
If I ask a couple of reasons apply to live in Brazil, what can you say?
Kaynak: merhabahaber.com
Şampiyonluk yaşamak bizim için, bu takım için unutulmaz olacaktır.
For us to live in the championship, it will be memorable for the team.
Kaynak: spor.gazetevatan.com
İkinci kez bu duyguyu yaşamak gerçekten çok büyük gurur, büyük onur.
The second time I feel like this is really great pride to live, a great honor.
Kaynak: spor.gazetevatan.com
Survivor macerasını her zaman kendim bir defa yaşamak istiyordum.
Myself always wanted to live in a time in Survivor adventure.
Kaynak: medyafaresi.com
Yaşamak, 1952 Japonya yapımı psikolojik dramatik filmdir. Özgün adı Ikiru dur. (生きる) Ikiru Japonca'da yaşamak anlamına gelmektedir."
Kaynak: Yaşamak (film, 1952)
Belli bir toprak üzerinde yaşamak, ortak bir politik iradeye bağlı olmak ve kültür ün ortaklığının olması ile karakteristiktir.
Kaynak: Toplum
Dışbeslenen ya da heterotrof canlılar, kendi besinini kendi üretemeyen, yaşamak için ototrof lardan ya da diğer heterotroflardan besin
Kaynak: Heterotrof
Hıfzıssıhha, "sağlıklı yaşamak için gereken önlemlerin bütünü" anlamına gelir. Arapça hıfız (muhafaza etmek) ve sıhha (sağlık)
Kaynak: Hıfzıssıhha

Yakın Kelimeler

Google Reklamları
(Tahmin etmek için bir harf girin)
Vagonmedya.com
2009-2024 © Sözce hakları saklıdır.