çökmek (nsz) 1. Bulunduğu düzeyden aşağı inmek, çukurlaşmak:
Toprak çökmek. Yol çökmek. 2. Üzerinde bulunduğu yere yıkılmak:
Tavan çökmek. Döşeme çökmek. Ev çökmek. 3.
(-e) Çömelmek:
"Suyun başına çöküp ellerini, yüzünü yıkamaya koyuldu." -H. F. Ozansoy. 4.
(-e) Oturmak, birdenbire oturmak:
"Soluk soluğa yere çöktü." -F. R. Atay. 5. Deve, sığır vb. olduğu yere oturmak:
"Boz renkli bir kaya, tıpkı çökmüş bir hecin sırtını andırıyordu." -Y. K. Karaosmanoğlu. 6. Şakak, avurt vb. içeri doğru girmek, çukurlaşmak:
"Kadının yanakları daha fazla çöktü." -H. E. Adıvar. 7. Basmak, yayılmak:
"Geceleri bazen öyle bir sessizlik çöküyor ki muharebenin bu yerlerde olduğuna insanın inanamayacağı geliyor." -N. F. Kısakürek. 8. Sis, duman vb. inerek kaplamak:
"Alaca karanlıklar çökerken köşk bahçesinin parmaklıklarında görünmektedir." -S. Birsel. 9.
mec. Sarsılıp dinçliğini yitirmek:
"Şayet iradesiz bir adamsanız az zamanda çürüyüp çökmeniz pek mümkündür." -R. H. Karay. 10. Tortu dibe inmek. 11.
mec. Son bulmak, yıkılıp dağılmak:
Bizans İmparatorluğu 1453'te çöktü. "Bir gün vatan çöktü ve millî mabetler istila edildi." -A. Gündüz. 12.
(-e) mec. Yoğun bir biçimde duymak:
"Mustafa Kemal'in içine ilk defa bu lisede vatan kaygısı çöktü." -F. R. Atay.
dokunmak(I)
(-e) 1. Nesnelerin sıcaklık, soğukluk, sertlik, yumuşaklık vb. niteliklerini derinin altındaki sinir uçları aracılığıyla duymak, değmek, el sürmek, temas etmek:
"Bir elektrik zilinin düğmesine dokunduk." -A. Haşim. 2. Karıştırmak:
Bu kâğıtlara kimse dokunmasın. 3.
(nsz) Almak, kullanmak, el sürmek:
"Buğdaydan, bulgurdan ne varsa kimse dokunmuyor, daha zor günlere saklıyordu." -N. Araz. 4.
(nsz) Sağlığını bozmak:
Bu yemek bana dokunur. Bu hava dokundu. 5. İnsanın içine işlemek, duygulandırmak, etkilemek, koymak, batmak:
"Hiçbir gözyaşının bana onunkiler kadar dokunduğunu hatırlamıyorum." -R. N. Güntekin. 6. İlişkin, ilgili olmak, değinmek:
Eğitim konusuna dokunan bir yazı. 7. Hafifçe değmek:
Rüzgâr estikçe dal antene dokunuyor. 8. Onur, anlayış vb. ile uyuşmaz bir durum ortaya çıkmak:
"Erkekte pudra sinirime dokunuyor diyorum, anlamıyorsun." -P. Safa. 9.
mec. Tedirgin etmek, sataşmak:
"Bu karıncaya dokunmayan çocuk o kocaman adamın oracıkta pestilini çıkaracaktı." -S. F. Abasıyanık.
dokunmak(II)
(nsz) Dokuma işi yapılmak:
Halılar dokundu. iflas etmek1) bir kimse veya kuruluş için mahkeme kararıyla anaparasını yitirdiği açıklanmak, batmak:
"Ayna ithal edermiş, sonra iflas etmiş, az buçuk oynatmış." -S. F. Abasıyanık. 2)
mec. düşünce, iddia, tez, kimse vb. yenilgiye uğramak, değeri düşmek.
incitmek (-i) 1. İncinmesine yol açmak:
"Sol ayağımı geçen gün biraz incitmiştim." -A. Gündüz. 2.
mec. Kötü söz veya davranışla birini kırmak, üzmek:
"Bu gibi işlerin halkı incitmeyeceğini söylediler." -M. Ş. Esendal.
kirlenmek (nsz) 1. Kirli duruma gelmek, pislenmek. 2. Kadının ırzına geçilmek, iffeti bozulmak, lekelenmek. 3. Kadın aybaşı olmak. 4.
mec. Onuru lekelenmek.
saplanmak (-e) 1. Hızla batmak:
"Mahfeye o kadar ok saplanmıştı ki gören onu kocaman bir kirpi sanabilirdi." -N. F. Kısakürek. 2. Batma sonucu hareket edemez olmak, batıp kalmak:
"Dönüşte Zeytinburnu açıklarında kara saplandık." -Y. Z. Ortaç.