çoğaltmak (-i) 1. Miktarını, sayısını, ölçüsünü artırmak:
"Şüphe yok ki ölçüsüz bir para israfı bu borçları daha çoğaltacak, hiç azaltmayacaktı." -P. Safa. 2. Çoğaltma makinesi kullanılarak sayısını artırmak, teksir etmek.
desteklemek (-i) 1. Destek koymak:
"Kapıyı ardından destekleyip varını yoğunu amcasının şerrinden koruyacaktı." -N. Hikmet. 2.
mec. Bir kimse veya kuruluşa yardım sağlamak, müzaheret etmek. 3.
mec. Arka olmak, arka çıkmak:
"Basında bizi destekleyen gazetecilerle görüştü." -A. Ümit.
doldurmak (-i) 1. Dolmasını sağlamak, dolu duruma getirmek:
"Bunu bilmek içimi kederle dolduruyordu." -A. Ağaoğlu. 2. Araç deposunu akaryakıtla tamamen dolu duruma getirmek. 3.
(nsz) Ateşli silahların içine mermi sürmek:
"İki tabanca getirdiler, takır takır doldurdular." -F. R. Atay. 4.
(nsz) Bildirge, çizelge, fiş vb. basılı kâğıtların boş yerlerini tamamlamak:
"Osmanlı tabiiyetini haiz Müslim diye, yol tezkeresi doldururlardı." -Ö. Seyfettin. 5. Yaşını, yılını bitirmek:
"Yirmi yaşını dolduralı bir iki seneden fazla olmamıştı." -O. V. Kanık. 6. Ses, koku yayılıp kaplamak:
"Odanın içini kızarmış bir ekmek kokusu doldurmuştu." -S. F. Abasıyanık. 7. Belirli bir süreyi kaplamak, almak:
"Balıkçılara yardım etmek bütün zamanını doldurmayınca kentin içerilerine, gecekondu mahallelerine gitti." -A. Kutlu. 8.
(-le) mec. Canlılık kazandırmak:
"Evi sade sesiyle değil, vücudu ile de doldurdu." -H. Taner. 9.
mec. Birini, başkası için kötü düşünecek bir duruma getirmek:
"Ah, biliyorum, biliyorum seni o gece doldurdular." -Y. K. Karaosmanoğlu.
eklemek (-i) 1. Bir şeyi ekle tamamlamak, ulamak, ilave etmek:
"Bahçeye doğru bir çıkma mutfak yaptırmış, bu koca balkonu eklemiştir." -T. Buğra. 2.
(-i, -e) Bir şeyi ek olarak kullanmak:
Bu kumaşı örtüye eklemeli. katmak (-i, -e) 1. Bir şeyin içine, üstüne veya yanına, niteliğini değiştirmek veya niceliğini artırmak için başka bir şey eklemek, karıştırmak:
Sirkeye su katmak. 2. Bir araya getirmek:
"Fadime, bu yavru bolluğu arasında kuzuları çocuklara ve çocukları kuzulara katarak en olgun bir saadet içinde yaşamış." -H. E. Adıvar. 3. Birlikte göndermek:
Kafileye muhafız katmak. 4.
hlk. Döllenmeyi sağlamak için erkek hayvanı dişinin yanına salmak.
pekiştirmek (-i) 1. Sertleşmek, katılaştırmak. 2. Sağlamlaştırmak, tahkim etmek. 3.
mec. Güçlendirmek.
semirtmek (-i) Besili, yağlı bir duruma getirmek, semizletmek.
yedirmek (-i, -e) 1. Yemesini sağlamak. 2. Ağzına yiyecek vermek, beslemek, karnını doyurmak:
Çocuğu yedirmek. 3. Bir şeyi azar azar başka bir şeyin içine karıştırarak belli olmayacak duruma getirmek:
Yağı hamura yedirmek. 4. Bir fazlalığı herhangi bir biçimde kullanmak:
Kumaşın fazlasını büzgüye yedirdi. 5.
(-e) Nefis, namus, şan, kibir vb. kavramlarla kullanıldığında yakıştırmak, yaraştırmak. 6.
(-e) mec. Bir kimseye rüşvet vermek.
yetiştirmek (-i, -e) 1. Birini, bir şeyi gitmekte veya gitmek üzere olan bir kimse veya şeye ulaştırmak, ulaşmasını sağlamak. 2. Vaktinde hazır olmasını sağlamak, tamamlamak, bitirmek:
Kitabı önümüzdeki aya yetiştireceğim. 3. Birini gerekli bir iş için tam zamanında bir yere götürmek:
Hastayı doktora yetiştirmek. 4.
(nsz) Üretmek, büyütmek, geliştirmek:
"Evlerinin bahçesinde bir iki elma, erik ağacı yetiştirirler." -N. Cumalı. 5. İletmek, duyurmak:
"Müjdeyi komşu hanımlara yetiştirmeye koşmuştu." -H. F. Ozansoy. 6. Sağlayıp vermek:
"Sigara yakmak isteyenlere kibrit yetiştirir." -H. Taner. 7.
(-i) Yetmesini sağlamak:
"Cephemiz susuz, kuru ekmek ve benzini güç yetiştiriyoruz." -F. R. Atay. 8.
(-e) mec. Söylenmemesi gereken bir şeyi hemen söylemek:
"Hiç kalır mı? Ertesi gün valiye yetiştirdiler." -M. Ş. Esendal. 9.
(-i) mec. Çocuğun gelişip büyümesine özen göstermek:
"Munise'yi güzel ahlaklı bir kadın olarak yetiştirecektim." -R. N. Güntekin. 10.
(-i) mec. Eğitim, öğrenim sağlamak.