değmek(I)
 (-e) 1. Aralık kalmayıncaya kadar birbirine yaklaşmak, dokunmak, temas etmek:
 "Kapıdan bir an birbirimize değerek girdik." -Y. Z. Ortaç. 2. Ulaşmak, erişmek:
 Mektup elime değmedi. Yaşı on beşine değince... 3. İstenilen yere düşmek, rast gelmek, isabet etmek:
 Kurşun hedefe değdi. değmek(II)
 (-e) 1. Değerinde olmak:
 "Benim ömrümün üç günü üç yüz bin liraya değer." -H. Taner. 2. Karşılık olmak:
 "Evet, onun için her şeyi feda etmeye değer." -A. Kabaklı. 3.
 (nsz) Zevk veren şeyler hoşa gitmek:
 Bu kahve değdi doğrusu. 4. Herhangi bir nitelikte olmak:
 "Babaannem özel bir kadındı. Anlatılmaya değer." -A. Kutlu. 5. Eş değerde olmak:
 Bütün dünyaya değer gözlerin. dokunmak(I)
 (-e) 1. Nesnelerin sıcaklık, soğukluk, sertlik, yumuşaklık vb. niteliklerini derinin altındaki sinir uçları aracılığıyla duymak, değmek, el sürmek, temas etmek:
 "Bir elektrik zilinin düğmesine dokunduk." -A. Haşim. 2. Karıştırmak:
 Bu kâğıtlara kimse dokunmasın. 3.
 (nsz) Almak, kullanmak, el sürmek:
 "Buğdaydan, bulgurdan ne varsa kimse dokunmuyor, daha zor günlere saklıyordu." -N. Araz. 4.
 (nsz) Sağlığını bozmak:
 Bu yemek bana dokunur. Bu hava dokundu. 5. İnsanın içine işlemek, duygulandırmak, etkilemek, koymak, batmak:
 "Hiçbir gözyaşının bana onunkiler kadar dokunduğunu hatırlamıyorum." -R. N. Güntekin. 6. İlişkin, ilgili olmak, değinmek:
 Eğitim konusuna dokunan bir yazı. 7. Hafifçe değmek:
 Rüzgâr estikçe dal antene dokunuyor. 8. Onur, anlayış vb. ile uyuşmaz bir durum ortaya çıkmak:
 "Erkekte pudra sinirime dokunuyor diyorum, anlamıyorsun." -P. Safa. 9.
 mec. Tedirgin etmek, sataşmak:
 "Bu karıncaya dokunmayan çocuk o kocaman adamın oracıkta pestilini çıkaracaktı." -S. F. Abasıyanık.