andırmak (-i) Benzer yanları bulunmak, çağrıştırmak:
"Avrupa'nın ikinci, üçüncü derecedeki otellerini andıran birkaç otel de taştandır." -S. Birsel.
aşırmak (-i, -den) 1. Yüksek veya geçilmesi güç bir yerin üstünden diğer yanına geçirmek. 2.
(-i) argo Çalmak, çalıp götürmek, araklamak:
"Borcunu ödeyemeyecek fakat bavulunu oradan nasıl aşırabilecekti?" -H. R. Gürpınar. 3.
(-i, -e) Tehlike içinde bulunan bir şeyi acele kaçırmak:
Yangın büyüyünce eşyayı bostana aşırdılar. 4.
ed. Başkasının eserinden parçalar alıp kendisininmiş gibi göstermek.
atmak (-i, -e) 1. Bir cismi bir yöne doğru fırlatmak:
Taşı suya atmak. 2. Bir şeyi yere doğru bırakmak. 3. Bir kimsenin ilişiğini kesmek:
Adamcağızı berbat bir yere attılar. 4.
(-e, nsz) Koymak:
"Mutlaka yemeklerimize biber atmayı âdet edinmişiz." -B. Felek. 5. Rastgele bir kenara koymak. 6.
(-den, nsz) Uzatmak:
Vapurdan iskele attılar. 7. Bir yerden başka bir yere taşımak:
Hazır araba varken eşyayı eve atalım. 8.
(nsz) Sille, tokat vurmak. 9.
(nsz) Top, tüfek vb. silahları patlatmak. 10.
(nsz) Kurşun, gülle, ok vb. şeyleri hedefe fırlatmak:
Ona üç kurşun attı, vuramadı. 11.
(-e, nsz) Geri bırakmak, ertelemek:
Bu konunun tartışılmasını gelecek haftaya attılar. 12. Örtmek:
Sırtına bir şal attı. 13. Yapılmış kötü bir işi birine yüklemek:
Suçu onun üzerine attılar. 14. Sözle sataşmak:
Kadınlara laf attılar. 15.
(-i, -den) Kovmak, dışarıya çıkarmak, ilgisini kesip uzaklaştırmak. 16.
(-i) İstenilmeyen bir şeyi kendi malı olmaktan çıkarmak:
Bu lüzumsuz eşyayı atmalı. 17.
(-i) Kullanılması gelenek hâline gelmiş bir şeyi kullanmaktan vazgeçmek:
Şapka inkılabıyla fesi attık. 18.
(-i) Çıkarmak, dışarıya vermek:
Yabancı cisimleri vücut atar. 19.
(-i) Patlayıcı maddelerle havaya uçurup yıkmak:
Köprüyü dinamitle attılar. 20.
(-i) Yay ve tokmakla ditmek, kabartmak:
Pamuğu atmak. 21.
(nsz) Çatlamak. 22.
(nsz) Yırtılmak. 23.
(-den) Yapışık olduğu yerden ayrılmak. 24.
(nsz) Kalp, nabız vurmak, çarpmak:
Kalbi hızlı hızlı atıyor. 25.
(-i) Sıkıntı dolayısıyla giyilen bir şeyi çıkarmak:
Sıcak basınca sırtındaki ceketi attı. 26.
(-den, -i) Yazılı veya banda alınmış bir metinden bazı bölümleri çıkarmak. 27.
(-i) Değerini eksiltmek. 28.
(-den, nsz) Bir şeyin rengi solmak:
Güneşten perdelerin rengi attı. 29.
(nsz) Göndermek, yollamak:
Mektup atmak. 30.
(nsz) Haykırmak, bağırmak:
Nara atmak. 31.
(-i, -den) Etkisi kaybolmak, alışmak, bırakmak:
"Hele trenin yorgunluğunu at bir üzerinden." -T. Dursun K. 32.
(-den) Terk etmek. 33.
argo Götürmek, sahiplenmek:
"Gözüne kestirdiği erkeği tavlayıp resmen oraya atarmış." -A. İlhan. 34.
(nsz) argo Söylemek:
Gazel attı. 35.
(nsz) argo Yalan veya abartmalı söz söylemek:
Gene atmaya başladı. 36.
(nsz) argo Bilmeden, kestirerek söylemek:
Bilgi yarışmasında attı ama tutturamadı. 37.
(nsz) tkz. İçki içmek:
"Şimdi arzu buyrulursa dostluğumuzu takviye için, şöyle bir iki kadeh atalım." -N. Hikmet.
benzemek (-e) 1. İki kişi veya nesne arasında birbirini andıracak kadar ortak nitelikler bulunmak, andırmak:
"Ona göre işlemeyen, kurulmuş, bozulmuş bir saat hastalanmış bir insana benzerdi." -A. H. Tanpınar. 2. Sanısını uyandırmak, gibi görünmek:
"Bu zavallı çokça içmişe benziyor, gözleri buğulanmış, biraz da kaymış." -M. Ş. Esendal.
çarpmak (-e) 1. Hızla değmek, vurmak:
"Eşiği aştım, içeri girdim, ortada duran uzun bir masaya çarptım." -A. Kutlu. 2.
(nsz) Etkisiyle birdenbire hasta etmek:
Güneş çarpmak. Kömür çarpmak. 3.
(-i) Varlığına inanılan bir gücün öfkesine uğramak:
"Yeşildirek'te yatan evliya hepinizi çarpar." -K. Tahir. 4.
(-i) El çabukluğu ile çalmak, dolandırarak elde etmek:
"Köprüden denizi seyredenlerin cüzdanını hep çarparlar." -B. Felek. 5.
(-i) Kurnazlıkla, zorla ele geçirmek:
"İhtiyarın üç aylıkları aldığı günler çıkagelir, allem edip kallem edip zavallının yarı maaşını çarpar kaçar." -H. Taner. 6.
(nsz) Kalp, hızlı hızlı vurmak. 7.
(-i, -le) mat. Biri çarpılan, öbürü çarpan denilen iki sayı verildiğinde çarpanı çarpılandaki birim kadar çoğaltarak
çarpım adı verilen bir üçüncü sayıyı elde etmek, darp etmek. 8.
(-i) mec. Çekiciliğiyle etkilemek, şaşırtmak:
"Güzel halk türkülerinde beni çarpan şey bunların hepsinin arkasında bir vaka, bir macera, nihayet bir insan bulunmasıdır." -B. R. Eyuboğlu.
süpürmek (-i) 1. Bir şeyin, bir yerin üstündeki çer çöp, toz toprak vb. şeyleri süpürge, fırça veya başka bir araçla toplamak, temizlemek:
"Dükkânların önünü çocuklar süpürür." -S. F. Abasıyanık. 2.
mec. Çıkarıp atmak, kovmak:
"Yanında binlerce kurbanlık ile / Süpürdü düşmanı, bastı dayağı." -Âşık Veysel. 3.
mec. Tüketmek, bitirmek:
"Tatlıya öyle düşkünmüş ki geceleri usulcacık kalkar, tel dolaptaki muhallebiyi, revaniyi, kadayıfı ne bulursa hepsini süpürürmüş." -P. Safa.
temizlemek (-i) 1. Arıtmak:
"Yeşil alanların, parkların, koruların klorofili kirli havayı süzer, temizler." -H. Taner. 2. Sakıncalı, pürüzlü bir işi olumlu sonuçlandırmak. 3.
mec. Bitirmek, tüketmek:
Bir aylık iş vardı, bir haftada temizledim. Bir tepsi böreği temizledi. 4.
argo Öldürmek, yok etmek:
"İntihar etmeden önce de yargıcı temizleyecekti." -Ç. Altan. 5.
argo Kumar oyunlarında öbür oyuncuların bütün paralarını almak. 6.
tıp Bir yaranın, bir dokunun sağlam olmayan bölümlerini neşter veya bıçakla kesmek.
vurmak (-e) 1. Elini veya elinde tuttuğu bir şeyi bir yere hızla çarpmak:
Masaya vurmak. Birinin başına vurmak. 2.
(-i) Ses çıkarmak için bir şeyi başka bir şey üzerine hızlıca çarpmak:
"Kapılarını vurmadan, kartını göstermeden, kademeye aldırmadan odalara giriyor." -R. H. Karay. 3. Etkisi bir yere kadar uzanmak, sokulmak, girmek, duyulmak, yansımak, aksetmek:
"Yıkık damından içeriye parça parça güneş vurur." -R. H. Karay. 4.
(-i, -e) Hızla değmek, çarpmak:
Kolumu duvara vurmuşum. 5. Sürmek:
Duvara boya, tahtaya cila vurmak. Yakı vurmak. 6. Takmak, koymak:
"Seni buradan ellerine kelepçe, ayaklarına zincir vurup öyle götürecekler!" -Y. K. Karaosmanoğlu. 7. Bağlama, ilişkilendirmek:
"Bohçacı ve yazmacı kadınların tuhaflığına vurarak etrafını alırlar." -R. H. Karay. 8. Olduğundan başka biçimde görünmek. 9.
(nsz) Batıcı veya kesici cisimleri saplamak, kakmak:
Bıçak vurmak. İğne vurmak. 10.
(nsz) Uygulamak, basmak, koymak:
Damga vurmak. 11. Ses çıkarmak, ses vermek, çalmak. 12.
(-i) Amaçladığı şeye rast getirmek. 13.
(-i) Hızla çarpmak:
Ayağını güm güm yere vurarak. 14.
(-i) Silahla yaralamak, öldürmek:
"Bir gün kızı kurtarmışlar, ayıyı vurmuşlar, kızı saraya götürmüş, padişahın oğluna vermişler." -H. E. Adıvar. 15. Dokunmak, hasta etmek:
"Bizim evin bacası çekmiyor. Bütün kış, maaile kömür vuruyor bizi bu yüzden." -N. Hikmet. 16.
(nsz) Soğuk, dolu vb. ürünlere zarar vermek:
Sebzeleri soğuk vurdu. Meyveleri dolu vurdu. 17.
(nsz) Kalp, vuru durumunda olmak, çarpmak:
"Kalbi öylesine kopacakmış gibi vuruyordu." -H. Taner. 18. Piyango vb. çıkmak, isabet etmek. 19. Üzerinde görünmek, üzerine düşmek:
Ağacın gölgesi duvara vuruyor. 20.
(-i) Desteklemek, dayamak:
Akşam olunca kapının desteğini vurduk. 21. Çıkmak, görünmek:
Su dışarı vurdu. 22. Sırtına, omzuna yerleştirmek:
"Hamalın biri sırtına koca bir ayna vurmuş götürüyordu." -H. Taner. 23. Bir şeyi başka bir şey üzerine koymak. 24. Tavla oyununda pulu kırmak. 25.
mec. Çok etki etmek, yaralamak. 26.
argo İçki içmek. 27.
(-i) argo Herhangi bir biçimde haksız yoldan para almak, soymak:
Birinin on milyon lirasını vurmak. 28.
(-i, -e) mat. Çarpma işlemini yapmak:
İkiyi dörde vurursak sekiz eder.