ara is. 1. İki şeyi birbirinden ayıran uzaklık, açıklık, aralık, boşluk, mesafe. 2. İki olguyu, iki olayı birbirinden ayıran zaman, fasıla. 3. Kişilerin veya toplulukların birbirine karşı olan durumu veya ilgisi:
"Son zamanlarda aralarının iyi olmadığının farkındayım." -E. Şafak. 4. Toplu bulunan nesnelerin veya kimselerin içi:
"Aralarında anası babası ile Binnaz'ın da bulunduğu on sekiz işçiydiler." -N. Cumalı. 5. Aralık. 6.
sin. ve
tiy. Bir oyunda, bir filmde dinlenme süresi, antrakt. 7.
sp. Toplu jimnastik dizilmelerinde, sıradakilerin birbirlerinden yanlamasına olan uzaklıkları. 8.
sp. Futbol oyununun kırk beşer dakikalık iki devresi arasında verilen on beş dakikalık dinlenme süresi. 9.
sp. Basketbol ve voleybolda takımların dinlenmek, taktik almak ve oyun alanlarını değiştirmek için kullandıkları süre.
Aralık öz. is. (aralığı) Iğdır iline bağlı ilçelerden biri.
aralık is. 1. İki şey arasındaki açıklık, mesafe:
İki masa arasında bir metre aralık var. 2. Sıra, vakit:
"O aralık açıkgözün biri de ayağımdan çıkan potini almış savuşmuş." -M. Ş. Esendal. 3. Uygun, elverişli durum, fırsat. 4. Evin iki bölümü veya iki oda arasındaki dar geçit, geçenek, koridor. 5. Yılın on ikinci ayı, ilk kânun, kânunuevvel. 6. Ayakyolu. 7. Basımcılıkta harfler veya satırlar arasındaki açıklık, espas. 8.
sf. Yarı açık, tam kapanmamış. 9.
ekon. Borsada hisse senetlerinin alım satım emirlerinin verildiği süre. 10.
fiz. Bir sesi bir başka sesten, kalına veya inceye doğru ayıran uzaklık. 11.
müz. Portenin paralel çizgileri arasındaki boşluk:
Portenin beş çizgisi arasında dört aralık vardır. 12.
sp. Toplu beden eğitiminde art arda dizilenleri ayıran açıklık.
deli sf. 1. Aklını yitirmiş olan, akli dengesi bozulmuş olan, mecnun. 2. Coşkun, azgın (hayvan, duygu vb.):
"Bu deli öfkeyi kime veya nelere, bir namlu gibi çevireceğini bilemiyordu." -T. Buğra. 3.
mec. Davranışları aşırı ve taşkın olan (kimse), çılgın:
"Ben delinin biriyim, ateşe girerim." -F. R. Atay.
deri(I)
is. 1. İnsan ve hayvan vücudunu kaplayan tüy, kıl veya pulla kaplı tabaka, cilt, ten:
"Bütün kemikleri, ince bir deri altında birer birer sayılıyordu." -P. Safa. 2.
sf. Bu tabakadan yapılmış:
"Üstünde yine o siyah deri pardösüsü, kolunda siyah deri çantası." -N. Cumalı. 3. İşlenerek kullanılır duruma getirilmiş hayvan postu. 4. Soyulmadan yenen yemişlerin ince kabuğu veya soyulan yemişlerde kabuk altındaki zar.
deri(II)
is. hlk. 1. Toplantı, düğün. 2. Pazar veya panayır kurulan gün, dernek.
diyaklaz is. (l ince okunur) jeol. Çatlak.
yarık is. 1. Yarılarak açılmış yer, geniş çatlak:
"Tam öğle vakitleri yüksek kaya yarığının dibinde toplanıyor, bir saat kadar güneşleniyorduk." -A. Gündüz. 2. İnce bir çizgi durumunda açılmış yara:
"Kendini göstermek için terliklerini yarık topuklu tabanlarında şaplata şaplata geçmişti." -H. Taner. 3.
mec. Anlaşmazlık, bölünme:
"Şimdiden birtakım yarıklar açan siyasi rekabetten başka ne mana verilebilirdi?" -Y. K. Karaosmanoğlu. 4.
fiz. Küçük bir ışık demeti elde etmek için ışık kaynağının önüne konulan, saydam olmayan bir düzlem üzerine açılmış, dikdörtgen biçiminde küçük delik. 5.
tıp Çatlak. 6.
sf. Yarılarak açılmış veya yarılarak oluşmuş.