angarya is. (anga'rya) 1. Bir kimseye veya bir topluluğa zorla, ücret vermeden yaptırılan iş, yüklenti:
"Devlet hastanesinde hastalara angarya bakıldığını, Hacer'in vakasıyla, anlattıklarıyla ve etraftan yaptığımız tahkikatla öğreniyoruz." -N. Hikmet. 2. Kölelik düzeninde köylünün derebeyine yaptığı zorunlu ücretsiz hizmeti. 3. Savaş durumundaki bir devletin, kendi sularındaki yabancı bir devletin ticaret gemilerine el koyarak bunlardan yararlanması. 4. Olağanüstü durumlarda veya sıkıyönetimde devletin vatandaşlara ait taşıtlara el koyması. 5.
mec. Usandırıcı, bıktırıcı, zorla yapılan iş:
"Vazifelerini bir angarya gibi yaparlar." -Ö. Seyfettin.
dara is. (da'ra) 1. Kabıyla birlikte tartılan bir nesnenin kabının ağırlığı. 2. Terazide dengeyi sağlamak için hafif gelen kefeye ağırlık olarak konulan taş, demir, çivi vb., abra. 3. İçinde yük taşınan aracın boş durumdaki ağırlığı.
denge is. 1. Bir nesnenin veya bir insanın devrilmeden durma hâli, muvazene, balans. 2. Zihinsel ve duygusal uyum, istikrar:
Ruhsal denge. 3. Siyasi güçlerin, yetkilerin birbirini sınırlayacak biçimde dağıtılması:
"Dünyadaki bütün dengeler değişti. Artık ne Sovyetler var, ne komünizm tehlikesi." -A. Ümit. 4. Ekonomik hayatın uyumlu düzeni. 5.
fiz. Birbirini ortadan kaldıran güçlerin sonucu olan durma hâli.
yük is. 1. Araba, hayvan vb.nin taşıdığı şeylerin hepsi:
"Çölde yük götüren vasıta develer, insan taşıyan vasıta hecinlerdir." -F. R. Atay. 2. Bir şeyin ağırlığı. 3. Araba, hayvan vb.nin taşıyabildiği miktar:
Bir araba yükü odun. 4. Eşya:
Bütün yükü bu bavul. 5.
mec. Birinin üzerine almak zorunda kaldığı ağır görev:
Ben bu yükün altına giremem. Bu yüke herkes katlanamaz. 6.
mec. Tedirginlik veren şey, engel. 7.
fiz. Bir cismin yüzeyinde biriken elektrik miktarı. 8.
tar. Yüz bin kuruşluk mal veya tutar:
"Mademki öyledir, bir yük getirip satan herkes iki akçe versin." -T. Buğra. 9.
hlk. Doğacak bebek. 10.
esk. Yüklük:
"Haydi şu yüke giriver!.." -S. F. Abasıyanık.