boşluk is. 1. Oyuk, çukur, kapanmamış yer. 2. Boş olan yer:
"Utanmadan bıraktığı sakalında güve yeniği gibi boşluklar vardı." -İ. O. Anar. 3. Kesinti, kopukluk. 4. Boş geçen süre:
Bu boşluktan sıkılıyorum. 5. Eksiklik, yoksunluk duygusu:
"Bağlama telleri, tef zilleri ses verdikçe duvarlarda moda dergilerinin boşlukta kalan orta sayfalan süs fenerleri gibi bir o yana, bir bu yana döndü." -L. Tekin. 6.
mec. Yetersizlik:
"O günden bugüne olanları hatırladıkça insan ister istemez bu türlü çabaların hiçliğini, boşluğunu düşünmek zorunda kalıyor." -R. H. Karay.
bölüm is. 1. Bir bütünü oluşturan parçaların her biri, kısım:
"Gelgelelim, hayatın bu masalsı bölümü çok kısa sürüyor." -A. Ağaoğlu. 2. Bir kuruluşun yönetim birimlerinden her biri, departman, seksiyon. 3.
mec. Çağ, devir:
"O gün edebiyat tarihinde hecenin beş şairi diye bir bölüm açanların üçü orada tanıştılar." -Y. Z. Ortaç. 4.
biy. Canlıların bölümlenmesinde filumların bir araya gelmesiyle oluşan birlik. 5.
eğt. Bir okul veya üniversitenin herhangi bir bilim ve uzmanlık dalında eğitim sağlayan birimlerinden her biri, departman. 6.
mat. Bölme işlemi sonunda elde edilen sayı.
çekmece is. 1. Masa, dolap vb. şeylerin dışarıya çekilen bölümü, göz, çekme:
"Çekmecesinden utana utana bir şişe gazoz çıkardı." -T. Buğra. 2. İçinde mücevher vb. değerli şeyler saklanan küçük, süslü sandık:
"Minderin köşesine annemden kalan ceviz boyalı çekmeceyi yerleştirdim." -Y. K. Beyatlı. 3. Gemilerin barınabilecekleri koy.
delik is. 1. Dar, küçük açıklık:
"Anahtar deliği karanlıktı, içerden belli belirsiz sesler geliyordu." -Y. Atılgan. 2. Dar, küçük çukur:
"Küçük çocuk, kulübenin kenarına yığılmış taşlardan yukarıda bir deliğe sıkışmıştı." -S. F. Abasıyanık. 3. Küçük hayvan yuvası:
Fare deliği. 4.
sf. Delinmiş olan:
"Hangi evden istedilerse gittim, dama çıktım, akan delik kiremidi buldum, yerine sağlam kiremit koydum." -H. S. Tanrıöver. 5.
argo Cezaevi.
görüş is. 1. Görme işi. 2. Gözle bir şeyi algılama yetisi. 3. Cezaevi ve hastanede yapılan ziyaret. 4.
mec. Bir olay, varlık veya düşünce üzerinde varılan yargı, fikir. 5.
mec. Benzerlerinden ayıran özellik, konsept.
hane is. (ha:ne) 1. Ev, konut. 2. Ev halkı:
"Oğlan iyiydi; becerikli, yumuşak huyluydu ama hanesi kalabalıktı." -N. Cumalı. 3. Bir bütünü oluşturan bölümlerden her biri, bölük, göz:
Dama tahtasında altmış dört hane vardır. 4.
mat. Basamak. 5.
müz. Klasik Türk müziğinde, peşrev vb. saz parçalarının bölümlerinden her biri. 6. Birleşik kelimelerde "bina, yapı, yer, makam" anlamlarıyla ikinci kelime olarak yer alan bir söz:
Balıkhane, yazıhane. kaynak is. 1. Bir suyun çıktığı yer, kaynarca, pınar, memba, göz:
"Sonra yavaşça kaynağa doğru eğildi." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. Bir şeyin çıktığı yer, menşe:
İnanılır kaynaklardan alınan haberlere göre... 3. Gelir, kazanç, sağlık vb.ni sağlayıcı öge:
"Yabancı bir idare, iktisat, ticaret, memleketin bütün kazanç kaynaklarına musallat olur." -F. R. Atay. 4. Araştırma ve incelemede yararlanılan belge, referans:
Tapu kayıtları onun XVI. yüzyılda yaşadığını gösteren başlıca kaynaklardandır. 5. Herhangi bir bilim dalında yazılmış olan yazı veya eserlerin bütünü, literatür. 6. İki metal veya yapay parçayı ısıl yolla birleştirme yöntemi, kaynaştırıp yapıştırma işi. 7.
mec. Sırayı beklemeden başkalarının hakkını alarak mevcut sıranın ön taraflarına girme işi. 8.
fiz. Herhangi bir enerjinin oluşup çevreye yayıldığı yer:
Işık kaynağı. Isı kaynağı. nazar is. 1. Belli kimselerde bulunduğuna inanılan, kıskançlık veya hayranlıkla bakıldığında insanlara, eve, mala mülke hatta cansız nesnelere kötülük verdiğine inanılan uğursuzluk, göz. 2.
esk. Bakış, bakma, göz atma:
"İlk nazarda mağrur, azametli tesirini veriyor." -S. M. Alus.
oda is. 1. Evin veya herhangi bir yapının oturma, çalışma, yatma gibi işlere yarayan, banyo, salon, giriş vb. dışında kalan, bir veya birden fazla çıkışı olan bölmesi, göz:
"Hâlâ kapısı aralık duran odaya doğru koştu." -S. F. Abasıyanık. 2. Serbest meslek adamlarını içinde toplayan resmî birlik:
Sanayi odası. Ticaret odası. 3.
tar. Yeniçeri kışlası.