ana is. 1. Çocuğu olan kadın, anne:
"Anası mutfakta bir tabağa marul doğruyor." -Y. Atılgan. 2. Yavrusu olan dişi hayvan. 3. Dinî bakımdan aziz tanınan bazı kadınlara verilen saygı unvanı:
Fatma Anamız. Meryem Ana. 4.
ünl. Yaşlı kadınlara saygılı bir seslenme sözü. 5. Velinimet:
Yoksullar anası. 6. Alacağın veya borcun, faizin dışında olan bölümü. 7.
sf. Temel, asıl, esas:
"Ana bina aradan geçen elli beş yıla karşın değişmemiş." -A. Kutlu. 8.
mat. Çizgilerden herhangi birini anlatan kelimeye sıfat olarak geldiğinde o çizginin, belirli bir kural altında hareket ederek bir yüzey oluşturmaya yaradığını anlatır.
esas is. (esa:sı) 1. Bir şeyin özünü oluşturan ana öge, temel. 2. Bir iş veya sözde doğru biçim:
Bu işin esası böyle değil. 3.
sf. Ana, temel olarak alınan, başlıca, asal, esasi:
Esas düşünce. Esas görev. gerçek is. 1. Yalan olmayan, doğru olan şey, hakikat. 2. Gerçeklik:
"Her hâlde o gün imparatorluğun ölümü apaçık bir gerçekti." -H. E. Adıvar. 3. Doğruluk:
"Bu laflarda gerçek payı ne kadar çoksa duygu payı da ondan az değildir." -B. Felek. 4.
sf. Bir durum, bir nesne veya bir nitelik olarak var olan, varlığı inkâr edilemeyen, olgu durumunda olan, hakiki, reel:
Kâğıt paranın saymaca değeri varsa da gerçek değeri yoktur. 5.
sf. Aslına uygun nitelikler taşıyan, sahici:
Gerçek elmas. Gerçek hikâye. 6.
sf. Temel, başlıca, asıl:
"Bir kişinin ahlaklı olması için, o benim dediğim gerçek ahlaka erişebilmesi için bir iç âlemi olmalıdır." -N. Ataç. 7.
sf. Doğadaki gibi olan, doğayı olduğu gibi yansıtan:
Bu peyzajdaki çiçekler son derece gerçek. 8.
sf. Yapay olmayan. 9.
sf. fel. Düşünülen, tasarımlanan, imgelenen şeylere karşıt olarak var olan.
gerçeklik is. Gerçek olan, var olan şeylerin tümü, hakikat, şeniyet, realite:
"Çok işte ne yapıyorsak onu yapıp bunda da gerçekliği belirlemekle yetinebiliriz." -N. Uygur.
hakikat is. (haki:kat) 1. Gerçek:
"Fakat ben başka bir şey yapacağım, bir şey ki bütün hakikatleri önüme serecek." -R. H. Karay. 2. Gerçeklik. 3.
zf. Gerçekten:
"Beni oyaladı lakin hakikat adamakıllı içerlemiş." -M. Ş. Esendal.
kaynak is. 1. Bir suyun çıktığı yer, kaynarca, pınar, memba, göz:
"Sonra yavaşça kaynağa doğru eğildi." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. Bir şeyin çıktığı yer, menşe:
İnanılır kaynaklardan alınan haberlere göre... 3. Gelir, kazanç, sağlık vb.ni sağlayıcı öge:
"Yabancı bir idare, iktisat, ticaret, memleketin bütün kazanç kaynaklarına musallat olur." -F. R. Atay. 4. Araştırma ve incelemede yararlanılan belge, referans:
Tapu kayıtları onun XVI. yüzyılda yaşadığını gösteren başlıca kaynaklardandır. 5. Herhangi bir bilim dalında yazılmış olan yazı veya eserlerin bütünü, literatür. 6. İki metal veya yapay parçayı ısıl yolla birleştirme yöntemi, kaynaştırıp yapıştırma işi. 7.
mec. Sırayı beklemeden başkalarının hakkını alarak mevcut sıranın ön taraflarına girme işi. 8.
fiz. Herhangi bir enerjinin oluşup çevreye yayıldığı yer:
Işık kaynağı. Isı kaynağı. kök(I)
is. 1.
bit. b. Bitkileri toprağa bağlayan ve onların, topraktaki besi maddelerini emmesine yarayan klorofilsiz bölüm. 2.
bit. b. Süsende olduğu gibi yer üstüne sap çıkaran çok yıllık yer altı gövdesi. 3. Bazı şeylerde dip bölüm:
Diş kökü. 4. Sapıyla çıkarılan bitkilerde tane:
Üç kök maydanoz. 5.
mec. Dip, temel, esas:
"Ta gölden başlayan tipi ve fırtına Şebben'in sıcak evini kökünden sarsıyordu." -H. E. Adıvar. 6.
mec. Kaynak, köken:
"Ölenle, son zamanları gevşeyen, azalan fakat kökleri mazinin sağlamlığı içinde kalan eski bir aşinalığım vardı." -A. Ş. Hisar. 7.
mec. Bir kimseyi bir yere bağlayan manevi temel güçlerin bütünü. 8.
db. Kelimenin her türlü ek çıkarıldıktan sonra kalan anlamlı bölümü:
Yaptırmak kelimesinde kök, -yap bölümüdür. 9.
kim. Olağan şartlarda çevresinden yalıtılamayan ancak birçok tepkimede nitelik değiştirmeden geçebilen atom kümesi. 10.
mat. Denklemde bilinmeyenin yerine konulduğunda uygun düşen gerçek veya birleşik değer.
kök(II)
is. müz. 1. Sazı kurmaya yarayan burgu, kulak. 2. Sap.
köken is. 1. Bir şeyin çıktığı, dayandığı temel, biçim, neden veya yer, menşe:
Yazının kökeni resimdir. 2. Soy, asıl. 3.
tic. Bir malın üretildiği veya yapıldığı, alındığı, getirildiği yer, menşe, orijin. 4.
hlk. Kavun, karpuz, kabak vb. bitkilerin toprak üstünde yayılan dalları. 5.
esk. Tulumbacı hortumlarının uç kısmındaki sarı maden sap.
soy is. 1. Bir atadan gelen kimselerin topluluğu, sülale:
"Bizler hadi neyse böyle biraz gülünç bir adamın hafif adına katlanalım ama yarın, bizim soyumuzdan kimlerin yetişeceğini kim bilir." -M. Ş. Esendal. 2. Cins, tür, çeşit. 3.
sf. İyi ve üstün nitelikleri bulunan. 4.
esk. Manzum söz:
"Boy boyladı, soy soyladı." -Dede Korkut.