indirmek (-i) 1. Yüksekten, sarp ve kötü yerden veya yukarıdan aşağıya inmesini sağlamak:
"Zeynep'i o sel yatağından, yağdan kıl çeker gibi indirdi." -Y. Kemal. 2. Bir taşıt veya binek hayvanından aşağıya almak. 3. Fiyatını azaltmak, düşürmek. 4. Hızla vurmak:
"Genç adamın başına son darbeyi indirdi." -Y. K. Karaosmanoğlu. 5. Kapamak:
Kepenkleri indirmek. 6.
(nsz) Yağmur, sis, birdenbire bastırmak:
"Haberlerle birlikte hızlı bir yağmur indirdi." -N. Cumalı. 7. Kırmak, tahrip etmek:
Göstericiler yapının camlarını indirmişler. sağlamak(I)
(-i) 1. Bir işin olması için gerekli durumu, şartları hazırlamak, temin etmek:
"Biz bu ihtiyara son günlerinde hiç aklından geçirmediği bir saadet sağladık." -H. Taner. 2. Elde etmek, sahip olmak:
"... o sevimli yavru hâliyle sağladığı sempatinin büyük bir kısmını yitirmişti." -Y. N. Nayır. 3.
mat. Bir işlemin doğruluğunu ortaya koymak.
sağlamak(II)
(nsz) Öndeki aracın sağından ilerleyerek önüne geçmek.
savurmak (-i) 1. Havaya atıp dağıtmak, saçmak:
"İşçiler buğdayı savurmakta ve taneyi samandan ayırmaktadır." -N. F. Kısakürek. 2. Rüzgâr, şiddetle eserek bir yeri, bir şeyi altüst etmek, havaya kaldırmak, dağıtmak. 3. Kaldırıp atmak, fırlatmak:
"Adam birden silkinip beni yavaşça yana savurdu." -N. Eray. 4.
(nsz) Şiddetle döndürerek sallamak, kaldırarak vurmak:
Kılıç savurmak. Değnek savurmak. 5. Bir sıvının havalanmasını veya kaynayan sıvının taşmasını önlemek, soğutmak amacıyla alıp yine kendi kabına dökmek:
Sarnıcın suyunu savurmak. 6. Sallamak, uçurmak, dalgalandırmak:
"Ayaklarını boşluğa savururken küçük dolap gürültüyle yıkıldı." -P. Safa. 7.
(nsz) Yalan, küfür vb. söylemek:
"Onun bütün çapkınlığı Solmaz'a yoldan geçerken savurduğu birkaç kelimeden ibaretti." -H. Taner. 8.
mec. Boşuna ve çok miktarda harcamak, israf etmek:
Paraları savurmak. söylemek (-i) 1. Düşündüğünü veya bildiğini sözle anlatmak:
"Bu konak için de yine senelerden beri aynı şeyi söylerim." -R. N. Güntekin. 2. Bir düşünceyi ileri sürmek, ortaya atmak:
"Hececiler kendilerinden sonra yeni bir edebî neslin yetişmediğini söylüyorlar." -S. F. Abasıyanık. 3. Yapılmasını istemek:
"Biraz sonra nazırın yine beni istediğini söylediler." -F. R. Atay. 4.
(nsz) Türkü, şarkı vb. okumak:
"Kanto söyler gibi hareketler ve taklitlerle söylediği şarkılar pek eğlenceli şeylerdi." -R. N. Güntekin. 5.
(nsz) Yazmak, düzmek:
Şiir söylemek. 6.
(-e) Haber vermek:
"Benim burada nasıl yaşadığımı görenler gidip babama da söylerler." -A. Ş. Hisar. 7.
(-i, -e) Önceden bildirmek, tahmin etmek:
"Bir değil iki tane olduğunu size söylemiştim." -R. H. Karay. 8.
(nsz) mec. Herhangi bir şeyi bildirmek, anlatmak, demek istemek, hatırlatmak:
"Ne söyler bu türküler / Ay karanlık gecelerde yüzen gemiler." -N. Cumalı.
sürmek (-i, -e) 1. Yönetip yürütmek, sevk etmek. 2. Devam etmek:
"Yenilenmesine karar verilen Meclisin yetkileri, yeni Meclisin seçilmesine kadar sürer." -Anayasa. 3. Önüne katıp götürmek:
Koyunları sürmek. 4. Uzatmak, ileri doğru itmek:
"Kahveyi ısıtıyor, suyu dolduruyor, cezveyi sürüyor, fincanı boşaltıyor." -M. Ş. Esendal. 5. Dokundurmak, değdirmek:
"Yüzümü saçlarına sürmek için başımı eğdim." -H. C. Yalçın. 6. Oturduğu, bulunduğu yerden, ülkeden ceza olarak başka bir yer veya ülkeye göndermek, nefyetmek:
"Mütarekede İngilizler onu Malta'ya sürdüler." -Y. Z. Ortaç. 7. Bir maddeyi bir yüzey üzerine ince bir tabaka olarak yaymak, dökmek, serpmek:
"Avucuna doldurup kokluyor; ensesine, şakaklarına, boynuna sürüyor." -R. H. Karay. 8.
tic. Bir malı satışa sunmak, piyasaya çıkarmak:
"Satılamayan ne kadar bayat, bozuk mal varsa pansiyonerlere sürerler." -H. R. Gürpınar. 9. Yasal olmayan yolla piyasaya para çıkarmak. 10.
(-i) Herhangi bir durum içinde bulunmak:
"Dört duvar arasında bir memur hayat sürüyordu." -Y. Z. Ortaç. 11.
(-i) Pulluk veya sabanla toprağı işlemek:
"Öküzünün biri ölünce tarlasını süremedi." -Ö. Seyfettin. 12.
(nsz) Olmaya devam etmek:
"Baygınlığım ne kadar sürdü bilmiyorum." -A. Gündüz. 13.
(nsz) Zaman geçmek:
Çok sürmez, her şey düzelir. 14.
(nsz) Zaman almak:
"Her odanın ziyareti bir saat sürmüştü." -A. Haşim. 15.
bit. b. Bitki, ot yetişip ortaya çıkmak, bitmek, yeşermek:
"Bu gölgeli yerlerde otlar bütün bir yaz mevsimi yeniden yeniye sürer, rutubetli toprakta bir bir arkasına yoncalar fışkırır, çayırlar kabarırdı." -R. H. Karay. 16.
(nsz) Olağandan daha çok, daha sık ve sulu dışkı çıkarmak.
vermek (-i, -e) 1. Üzerinde, elinde veya yakınında olan bir şeyi birisine eriştirmek, iletmek:
"Okumadığım zaman tavukların bahçesindeyim, yemlerini ben veririm." -Ö. Seyfettin. 2. Bırakmak veya bağışlamak:
"Hırsımdan bazılarına bedava verdim, alın götürün, diye bağırdım." -H. C. Yalçın. 3. Ondan bilmek, atfetmek:
"Bilgin'in bu çekingen tavırlarını kusurlu ve zayıf oluşuna verdi..." -F. R. Atay. 4. Düşünce veya bilgi anlatan şeyleri başkalarına iletmek, bildirmek:
"Geçenlerde bir derginin, ‘Eski ünlüler ne yapıyor?' adlı bir röportajına verdiği cevapları okudum." -H. Taner. 5. Döndürmek, çevirmek, yöneltmek:
"Arabanın burnunu, en tenha kahvelerden birinin önünde, rıhtıma verdiler." -A. İlhan. 6. Herhangi bir duruma yol açmak:
"Kendilerine iyi bir çalışma fırsatı verdim." -Y. K. Karaosmanoğlu. 7. Eğlenceli toplantı düzenlemek, konuk çağırıp ağırlamak:
Yemek vermek. Balo vermek. 8. Topluluk önünde sanatını göstermek, icra etmek:
Konser vermek. Resital vermek. 9. Topluluk önünde bilimsel konudaki bildirisini sunmak:
Konferans vermek. 10. Satmak:
Ucuz pahalı deme de ver gitsin; ver de kurtul. 11. Kızı, kadını biriyle evlendirmek:
"Uzun Osman, Zeynep'le Süleyman'a, ikisini birbirine vereceğini söylediği zaman şaşmadılar." -H. E. Adıvar. 12.
(-i) Ödemek:
"Haydi ... arabaya atlayın... Köşkten parayı verirler." -P. Safa. 13. Yaymak:
Ses vermek. Korku vermek. Işık vermek. 14. Bitki ve ağaç, ürün üretmek:
"Dal budak saldı, yemiş vermeye başladı." -R. E. Ünaydın. 15. Herhangi bir şey ortaya çıkarmak, oluşturmak:
"Kendisi de muhakkak artistlerden, güzel eser veren, güzel konuşan, hayalleri işlek adamlardan hoşlanıyor." -R. H. Karay. 16. Hepsini herhangi bir duruma sokmak:
Ateşe vermek. Ortalığı heyecana vermek. 17. Sahip olmasını sağlamak. 18. Bir şey üzerinde etki yapmak, biçimini değiştirmek:
Hareket vermek. Biçim vermek. 19. Tespit etmek:
Randevu vermek. Ad vermek. 20. Kazandırmak, katmak:
Tat, çeşni vermek. 21. Ayırmak, harcamak:
Emek vermek. Zaman vermek. 22. Dayamak:
Duvara sırtını verip çömeldi. 23.
(yar) Kök veya gövdeleri sonuna -ı (-i, -u, -ü) eki almış fiillere gelerek tezlik bildiren birleşik fiiller oluşturur:
alıvermek, dizivermek, yapıvermek, görüvermek.