atfetmek (-e) (a'tfetmek) 1. Bir işi veya bir sözü bir kimseye mal etmek, yüklemek, isnat etmek. 2. Yöneltmek, çevirmek:
"Hancı yüzüme, bir şey anlamamış gibi garip bir nazar atfetti." -Ö. Seyfettin.
ayırmak (-i, -e) 1. Bölmek:
Elmayı dörde ayırmak. 2.
(-e, -den) Bir bütünden bir parçayı herhangi bir amaçla bir tarafa koymak, saklamak:
Çocuklara pastadan biraz ayırdım. 3. Bir yeri bir engelle bölmek. 4.
(-den) Birbirinden uzaklaştırmak. 5.
(-i) Nitelik değişikliğini anlamak, fark etmek. 6.
(-den, -e) Seçmek:
"Günün fıkralarından bu kitaba ayırdıklarım pek azdır." -F. R. Atay. 7.
(-i, -den) İki veya daha çok kimse arasındaki anlaşmayı, uzlaşmayı bozmak:
Karıyı kocasından ayırmak. 8.
(-i, -den) Farklı davranmak, fark gözetmek:
Çocuklarımın hepsini aynı derecede severim, onları hiç birbirinden ayırır mıyım? 9. Bir şey veya yeri, bir şey veya kimse için kullanmayı belirlemek, tahsis etmek:
Odayı çocuklara ayırmak. bildirmek (-e) 1. Herhangi bir şeyi haber vermek:
"Anası böyle söyledi, gene de gidip kocasına bildirdi." -M. Ş. Esendal. 2.
(nsz) Herhangi bir konuda bilgi vermek:
"Gönderdiğim mektubun bir ehemmiyeti yoktur, diye bildir, dedi." -F. R. Atay. 3.
(-i) Anlatmak, ifade etmek:
"Sadi hem acele acele konuşarak fikirlerini bildiriyor hem de gözlerini ileriye uçan bisikletlerden hiç alamıyordu." -H. Taner.
çevirmek (-i) 1. Bir şeyin yönünü değiştirmek:
"Nefes nefese koşan anneme, başını çevirmeden cevap verdi." -Y. Z. Ortaç. 2. Öteki yüzünü görünür duruma getirmek:
"Sermet defterinin yapraklarını çeviriyordu." -Ö. Seyfettin. 3. Döndürerek hareket ettirmek:
"Resimleri albüme yapıştırırken kocası da radyonun düğmesini çevirdi." -S. F. Abasıyanık. 4. Yönetmek, idare etmek:
"Eteği belinde, bütün evi o çeviriyor." -H. Taner. 5. Durdurmak:
Taksi çevirmek. 6. Yolundan alıkoymak, yoldan döndürmek:
Arkadaşı bizi çevirip evine götürdü. 7. Geri göndermek:
Kendisine yollanan parayı çevirmiş. 8. Bir giyeceği söküp iç yüzünü dışa getirmek. 9. Çevrilemek, tevil etmek:
Sözü işine geldiği gibi çevirdi. 10.
(-den) Çeviri yapmak:
"Romanlar, hikâyeler yazar; yahut Fransızcadan çevirirmiş." -M. Ş. Esendal. 11.
(-i, -le) Bir yerin çevresini bir şeyle sarmak, kuşatmak:
Bağı duvarla çevirmek. 12.
(-i, -e) Bir durumdan başka duruma getirmek, dönüştürmek:
Evlerini otele çevirdiler. 13.
(-den, -e) Bir durumdan başka duruma geçmek. 14.
(nsz) Kâğıt oyunu oynamak. 15.
(nsz) mec. Hile, dolap, dalavere vb. dürüst olmayan davranışlar ortaya koymak:
"Bendenize şikâyetlerin yapılmaması, iş çevirmek isteyenlerin muvaffak olamayacaklarını bilmeleri neticesidir." -Atatürk. 16.
(-i, -e) mec. Kötü bir duruma getirmek:
Adamı maskaraya çevirmek. dayamak (-i, -e) 1. Yaslamak:
"Sol kolunu yürürken hep kalçasına dayardı." -Ö. Seyfettin. 2. Bir yerden, bir kimseden yararlanmak, güç almak:
"Kürekleri iskeleye dayayarak bütün hızıyla itti." -S. F. Abasıyanık. 3. Korkutmak için hızla, öfkeyle yaklaştırmak, uzatmak:
Mektubu gözüne dayadı. Bıçağı göğsüne dayadı. 4.
(-e) Varmak, ulaşmak. 5.
mec. Kalitesiz, kötü veya çürük bir malı, gizlice iyi olanların arasına katıp müşteriye satmak. 6.
(-e) tkz. Vakit geçirmeden, bekletmeden vermek:
"Tezgâha giden garson, önüme koca bir kadeh rakı dayadı." -O. C. Kaygılı. 7.
(-i) hlk. Kapı veya pencereyi ardına kadar açmak.
döndürmek (-i, -e) 1. Dönmesini sağlamak. 2.
(-i) Başarısız saymak, geri çevirmek:
Sınavda döndürmüşler. 3. Çevirmek:
"Oğlu başını arkaya döndürdü." -H. R. Gürpınar. 4.
mec. ... bir duruma getirmek:
Beni serseme döndürdü. 5.
mec. Düzene koymak, yönetmek:
Tek başına bütün evi döndürüyor. harcamak (-i) 1. Bir iş görmek veya bir şey satın almak için parayı elden çıkarmak, sarf etmek:
"İki maaşımı hastalığına harcadığım talebe, sonbaharla beraber ölmüştü." -S. F. Abasıyanık. 2. Bir şey yapmak için kullanmak, tüketmek:
Bu beş ton demiri bu yapıya harcadık. Bu yemek için bir saatimi harcadım. 3.
mec. Birinin değer ve onurunu kırıcı bir durum yaratmak:
"Bir delilik yaptı ve otobüsteki kız uğruna Arzu'yu harcadı." -M. Uyguner. 4.
mec. Manevi yönden kötü duruma düşürmek, feda etmek:
Çoluk çocuğu uğruna kendini harcadı. 5.
argo Yok olmasına, ölmesine sebep olmak.
icra etmek1) yapmak:
"Hiçbir felaket ona büyük bir tesir icra etmiyor." -S. F. Abasıyanık. 2) yorumlamak:
"Ankara Radyosu sanatçıları Hacı Arif Bey'den kürdilihicazkâr makamını icra ediyorlardı." -H. Taner.
iletmek (-i) 1. Götürmek, ulaştırmak, nakletmek, geçirmek:
"Bunların tek kaygıları gördüklerini, duyduklarını okurlara iletmektir." -S. Birsel. 2.
fiz. Elektrik akımı, ısı, gaz vb.ni bir yerden başka bir yere götürmek.
katmak (-i, -e) 1. Bir şeyin içine, üstüne veya yanına, niteliğini değiştirmek veya niceliğini artırmak için başka bir şey eklemek, karıştırmak:
Sirkeye su katmak. 2. Bir araya getirmek:
"Fadime, bu yavru bolluğu arasında kuzuları çocuklara ve çocukları kuzulara katarak en olgun bir saadet içinde yaşamış." -H. E. Adıvar. 3. Birlikte göndermek:
Kafileye muhafız katmak. 4.
hlk. Döllenmeyi sağlamak için erkek hayvanı dişinin yanına salmak.
oluşturmak (-i) Oluşmasını sağlamak, meydana getirmek, teşekkül ettirmek, tekvin etmek:
"Bu kahraman orduyu doğuran ve oluşturan bu millet var oldukça: Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak!" -B. Felek.
ödemek (-i) 1. Bir alışveriş ilişkisinde, borcu alacaklıya vermek, tediye etmek:
"Borç varsa benimkidir, onu ödemek ve teşekkür etmek lazım." -R. H. Karay. 2. Bir alışverişte alınan şeyin karşılığını alacaklıya vermek. 3. Bedelini vererek bir zararı karşılamak, tazmin etmek. 4. Bir iş, bir kuruluş harcanan, yatırılan parayı çıkartmak, itfa etmek:
Bu fabrika sermayesini beş yılda ödedi. 5.
mec. Bir işin, bir görevin karşılığını vermek:
"Bir gece de onunla kal. Bize yaptıklarını ödemiş olursun." -S. F. Abasıyanık. 6.
mec. Bir şey karşısında fedakârlık etmek, bir şey elde etmek için özveride bulunmak.
satmak (-i) 1. Bir değer karşılığında bir malı alıcıya vermek:
"Geniş arazisini parselleyip sattı." -T. Buğra. 2.
(nsz) mec. Kendinde olmayan bir şeyi var gibi göstermek, taslamak:
"Onun yerinde kim olsa bu kadar azamet satardı." -P. Safa. 3.
mec. Bir kimse, kendini veya başkasını olduğundan daha önemli, yetkili ve değerli göstermek. 4.
mec. Bir çıkar karşılığında bir şeyi gözden çıkarmak, feda etmek. 5.
argo Bir yolunu bularak birinden ayrılmak:
Yanımdakini satamazsam size gelemeyeceğim. tespit etmek1) bir şeyi sağlam bir biçimde yerleştirmek, oynamaz duruma getirmek; 2) bir durumu kuşkuya düşürmeyecek biçimde göstermek:
"Hayal meyal seçtiklerini isabetle tespit edemezler." -A. Ş. Hisar. 3) belirlemek:
"Karargâhtakilerin hiçbiri, yüzü paramparça olmuş bu delikanlının kimliğini tespit edemedi." -İ. O. Anar. 4) sabitlemek.
üzerinde zf. 1. Üstünde:
"Donanan minareler sanki yolun üzerinde yakılan meşalelerdir." -R. E. Ünaydın. 2. ... ile ilgili, üzerine:
"Hacı Ömer'in hatırı için gecelerce başımı soğuk su ile ıslatarak kitaplar üzerinde çalıştım." -R. N. Güntekin.
yaymak (-i, -e) 1. Bir şeyi açarak, düzelterek bir alanı örtecek biçimde sermek:
"Kardeşleri çardağın içine, dışına yatakları yayıyorlardı." -N. Cumalı. 2. Birçok kimseye duyurmak:
"Kıran Bey, çetesinin şöhretini her tarafa yaydı." -R. H. Karay. 3. Çevreye dağılmasına sebep olmak:
Sıtmayı çevreye yayan sivrisineklerdir. 4.
(-i) Sınırı genişletmek:
Tozu yaymak. Lekeyi yaymak. 5.
(-i) Koyun, inek vb.ni otlatmak. 6.
(-i) Dağınık ve düzensiz bir biçimde saçmak, dağıtmak.
yöneltmek (-i, -e) 1. Bir şeye belli bir yön vermek, yönelmesini sağlamak, çevirmek, tevcih etmek. 2. Birine veya bir şeye doğru bakmak:
Bakışlarını ona yöneltti. 3. Birine bir şey söylemek, tevcih etmek:
"Yine ünlü kişiler çeşitli konularda konuşur, ardından dinleyiciler onlara sorular yöneltirlerdi." -H. Taner.