Sözce'de sorgulama yapmak için bir kelime girin

düşmek ne demek?

 - 6 sözlük, 11 sonuç.

BSTS / Medeni Hukuk Terimleri Sözlüğü

düşmek anlamı
sâkıt olmak, sukut etmek.

BSTS / Tarih Terimleri Sözlüğü

düşmek anlamı Osm. Sukut
1- İş başından ayrılmak, çekilmek zorunda kalmak. 2- Düşman eline geçmek.

Güncel Türkçe Sözlük

düşmek, -er anlamı
(-e) 1. Yer çekiminin etkisiyle boşlukta, yukarıdan aşağıya inmek: "Havada uçan kuş vurulmuş gibi birdenbire sokağa düşüyor." -R. N. Güntekin. 2. (-den) Durduğu, bulunduğu, tutunduğu yerden ayrılarak veya dayanağını, dengesini yitirerek yukarıdan aşağıya inmek: "Çocukken ağaçtan düşüp ayağım kırılmıştı da ağlayamamıştım." -S. F. Abasıyanık. 3. Yere devrilmek, yere serilmek: Çocuk koşarken yere düştü. 4. Hava taşıtları kaza sonucu hızla yere inerek çarpmak. 5. Vücuda bol gelen giysi aşağı kaymak. 6. Yağmak: Dağlara kar düştü. 7. Vurmak, değmek, rastlamak: "İnce uzun dallı badem ağaçlarının alaca gölgeleri sahile inen keçi yoluna düşüyordu." -Ö. Seyfettin. 8. (nsz) Vakti gelmeden ölü doğmak. 9. (-den) Atlanmak, aradan çıkmak, eksik kalmak: Kitabın yeni baskısında buradan bir kelime düşmüş. 10. (nsz) Eksilmek: "Gündelikleri yarı yarıya düşmüştü." -N. Cumalı. 11. Bir zorunluluk sebebiyle bulunduğu yerden ayrılmak, gitmek: "Bir lokma ekmek uğruna çoluk çocuğu ile gurbet ellere düşmüştü." -H. Taner. 12. Aşırı ilgi veya sevgi göstermek: Sen bu işin üstüne çok düştün. 13. Uğramak, kapılmak: "Kadınlar yeni baştan telaşa, heyecana, korkuya düştüler." -A. Gündüz. 14. Yakışmak, uygun gelmek: Bu resim buraya iyi düştü. 15. Yakışık almak: "Övünmesi de komşulara, arkadaşlara düşer." -H. Taner. 16. Ödevi veya yetkisi içinde bulunmak: "Bana arada bir bakkaldan tuz, limon almak düşüyor, o kadar." -H. Taner. 17. Bulunmak: "Birlikte evden çıkmışlar, limanda iskelenin karşısına düşen kahveye doğru yürümüşlerdi." -N. Cumalı. 18. Biriyle yaşama, çalışma, birlikte olma durumunda kalmak: "O asker, gittiğimiz yerde bir aralık benim bölüğüme düşmüştü." -R. N. Güntekin. 19. Bir bölüşme sonunda payına ayrılmak: Mirastan ona bu ev düştü. 20. Kötü bir sebeple istenmeden bir yerde bulunmak: "Bu yaşta mahkemelere düşmek..." -S. F. Abasıyanık. 21. (nsz) İşbaşından uzaklaşmak: Kabine düştü. 22. (nsz) Hızı, gücü, değeri azalmak: Arabanın hızı düştü. Paranın değeri düştü. 23. (nsz) Isı, basınç ve ateş, eksilmek, azalmak: "İki gün içinde ateş düştü; ağrılar, sızılar hafifledi." -R. N. Güntekin. 24. (nsz) Düşkünleşmek: "Babam balıkçı amma vaktiyle zenginmiş efendim. Sonradan düşmüş." -R. N. Güntekin. 25. Bir yere ansızın gelmek, damlamak, tesadüfen gelmek: "Bir rastlantı sonucu aralarına düşmüştüm." -H. Taner. 26. Belirli zamana rastlamak: "Babasının Sütlüce'de yeni bir ev alması bu tarihlere düşer." -M. Ş. Esendal. 27. (nsz) Fırsat çıkmak: Bir kelepir düştü. 28. (nsz) Olmak, olumsuz bir duruma girmek: Yorgun düşmek. Zayıf düşmek. Şehit düşmek. Esir düşmek. 29. (nsz) Savaşta savunulmaz duruma gelerek teslim olmak: "Medine'nin düştüğünü söylemek istedim." -F. R. Atay. 30. Bazı deyimlerde "yürümek, birlikte gelmek" anlamlarında kullanılan bir fiil: Önüne, peşine, arkasına düşmek. 31. (nsz) Bayağılaşmak. 32. Alışmak, müptela olmak. 33. tek. Telefon, sanal ağ vb. alanlarda bağlantı kurmak.

Tarama Sözlüğü

düşmek anlamı
1. Vâki olmak, olabilmek. 2. Mağlup olmak. 3. Müstevli olmak. 4. Üzerine yürümek, hücum etmek. 5. Yakışmak, âit olmak. 6.Konmak, inmek, nüzul etmek. 7. Şehit olmak, savaşta ölmek. 8. Baş vurmak, intisap etmek. 9. Girmek, kapanmak, sığınmak. 10. Atlamak, girmek. 11. Yıkılmak. 12. Âciz, çaresiz kalmak, sefil olmak

Türkçe - İngilizce

düşmek anlamı
fiil
1) fall
2) decrease
3) fall from
4) decline
5) drop
6) fall down
7) fall off
8) fall on
9) deduct
10) come down
11) tumble
12) plunk
13) fall over
14) behoove
15) land
16) droop
17) end up
18) crumble
19) drop down
20) pitch
21) sink
22) crumple
23) ebb
24) plunge
25) recede
26) take a toss
27) sag
28) behove
29) fall in a heap
30) collapse
31) crash
32) crumple up
33) tumble down
34) subside into
35) step down
36) fall among
37) sink into
38) scale down
39) rest with
40) plonk
41) lapse
42) go down
43) drop off
44) dive
45) degrade
kelime öbeği
1) fall on evil days
2) come down in the world

Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü

düşmek anlamı
Dadanmak, alışmak

*Mut köyleri -İçel

düşmek anlamı
Dadanmak: Harmana keklik düşmüş.

*Mut köyleri -İçel -

-düşmek anlamı
Bazı fiillerin sonuna eklenerek ivedilik fiili yapılır: Yağmurun şiddetinden ekinler yatadüştü.

*Bor -Niğde

düşmek anlamı
< ET tüşmek: düşmek; zayıflamak.
düşmek anlamı
Şehit olmak

Ordu

düşmek anlamı
İnmek

Kars

düşmek eş anlamlısı

alışmak
(-e) 1. Bir işi tekrarlayarak kolaylıkla yapabilmek: "Muhtaç değiliz ama ben çalışmaya alıştım." -E. İ. Benice. 2. Yadırgamaz duruma gelmek: Havaya alışmak. Bulunduğu çevreye alışmak. 3. Uyar duruma gelmek, uygun gelmek, intibak etmek: "Bu mesleğe alışmış gibi görünüyor." -N. Araz. 4. Sürekli ister olmak: Tütüne alışmak. Eğlenceye alışmak. 5. Bağlanmak, ısınmak: "Birdenbire ona alıştığını hissediyor ve bu işe ayrıca şaşıyordu." -A. H. Tanpınar. 6. Bağımlılık kazanmak: İlaca alıştı. Dayağa alıştı. 7. Evcilleşmek, ehlîleşmek. 8. (nsz) Tutuşmak, yanmaya başlamak.
azalmak
(nsz) 1. Az denecek bir miktara inmek: "Bakımsızlıklarla göçüp gitmiş bir cihan / Mevsimler soğumuş, sular azalmış" -F. H. Dağlarca. 2. Eskisinden az bir duruma gelmek. 3. Etkisini yitirmek, hafiflemek: Sancısı azaldı.
değmek
(I) (-e) 1. Aralık kalmayıncaya kadar birbirine yaklaşmak, dokunmak, temas etmek: "Kapıdan bir an birbirimize değerek girdik." -Y. Z. Ortaç. 2. Ulaşmak, erişmek: Mektup elime değmedi. Yaşı on beşine değince... 3. İstenilen yere düşmek, rast gelmek, isabet etmek: Kurşun hedefe değdi.
değmek
(II) (-e) 1. Değerinde olmak: "Benim ömrümün üç günü üç yüz bin liraya değer." -H. Taner. 2. Karşılık olmak: "Evet, onun için her şeyi feda etmeye değer." -A. Kabaklı. 3. (nsz) Zevk veren şeyler hoşa gitmek: Bu kahve değdi doğrusu. 4. Herhangi bir nitelikte olmak: "Babaannem özel bir kadındı. Anlatılmaya değer." -A. Kutlu. 5. Eş değerde olmak: Bütün dünyaya değer gözlerin.
eksilmek
(nsz) 1. Azalmak, az duruma gelmek: "Doktorun eksilmeyen güleçliğini, cana yakınlığını maske sanıyor." -T. Buğra. 2. Bulunmamak, var olmamak, rastlanmamak: Bu dağdan kar eksilmez.
gitmek
(-e) 1. Bir yere doğru yönelmek. 2. (-den) Bir yerden veya bir işten ayrılmak. 3. Çıkmak, ulaşmak: Bu yol nereye gider? 4. Belli bir amaçla bir yere devam etmek veya bir işle uğraşmak: Her gün çalışmaya gidiyor. 5. (nsz) Sürmek, devam etmek: "Ama böyle giderse Allah hemen sonunu hayırlara tebdil etsin." -M. Ş. Esendal. 6. Yakışmak, yaraşmak: Bu renk ona gitmedi. 7. Tüketilmek, harcanmak: "Eline geçen paranın çoğu da İstanbul'da çoluğa çocuğa gidiyor." -M. Ş. Esendal. 8. (nsz) Götürülmek, gönderilmek: Haber daha yeni gitti. 9. (nsz) Yeter olmak, yetmek, yetişmek: İki ton kömür üç ay gider. 10. (nsz) Yürümek, yol almak: Bu at iyi gider. 11. (nsz) Dayanmak: Bu giysi iki yıl gider. 12. (nsz) Geçmek: Yaz gitti, kış geldi. 13. (nsz) Herhangi bir durumda olmak: Yolculuk iyi gidiyor. Bakalım bu iş nasıl gidecek? 14. (nsz) Yok olmak, elden çıkmak: "Gemiler ve saray hepsi gitti." -F. R. Atay. 15. (nsz) Ölmek: "Ben giderim adım kalır / Dostlar beni hatırlasın." -Âşık Veysel. 16. Başvurmak, yapmak: Mahkemeye gitmek. 17. (nsz) Bir şey zarar görmüş olmak: Duvarın boyası gitmiş. 18. (nsz) Makine, işlemek, çalışmak: Bu saat iyi gidiyor. 19. (-den) Satılmak: "Altın kaçtan gidiyor?" -S. F. Abasıyanık. 20. Yapmak: Para ayarlamasına gitmek. 21. mec. Bir duruma, bir sonuca ulaşmak, varmak: Bu işin sonu nereye gider. 22. (yar) Değerlendirmek, saymak, karşılamak: Bu iş hoşuma gitmedi, tuhafıma gitti.
ısı
is. 1. fiz. Bir cismin uzamasına, genleşmesine, buharlaşmasına, erimesine, sıcaklığının artmasına, bir iş yapmasına neden olan fiziksel enerji: Isı, atomlar arası çekim gücünü yenerek maddenin hacmini arttırır. 2. Doğal vücut sıcaklığı, hararet: İnsan vücudunun doğal ısısı 36,5 °C'dir. 3. Hastalığın etkisiyle ortaya çıkan vücut sıcaklığı. 4. Sıcaklık: "Güneşin ateşinden yeryüzünde karası da denizi de ısı tütüyordu." -Halikarnas Balıkçısı.
kapılmak
(-e) 1. Kapma işine konu olmak: "Bir ara korkuya kapıldım." -R. H. Karay. 2. Sürüklenmek: "Aralarından biri akıntıya kapıldığı zaman ötekiler var kuvvetleriyle dayanarak onu geri çekiyorlardı." -R. N. Güntekin. 3. mec. Birine güvenip boş bulunarak aldanmak: Ben onun sözlerine kapıldım. 4. mec. Bir kimseye tutulmak, bağlanmak, aşırı sevgi duymak: Kızın güzelliğine kapılarak evlenme teklif etti. 5. mec. Bir şeyin veya kimsenin güçlü etkisinde kalmak: "Bu iki şiiri övenler onların kalıbından gelen ucuz bir güzelliğe kapılırlar." -S. Birsel.
müptela olmak
alışmak, düşkün olmak, tutulmak.
rastlamak
(-e) 1. Bir kimse ile karşı karşıya gelmek, karşılaşmak, rast gelmek, tesadüf etmek: "Hava kararmaya başladığında, mezarlıkta sadece bir kişiye rastladı." -İ. O. Anar. 2. Atılan şey hedefi bulmak, rast gelmek: Taş cama rastladı.
uğramak
(-e) 1. Yola devam etmek üzere, bir yerde kısa bir süre kalmak: "Üç günde yalnız üç vapur iskeleye uğradı." -S. F. Abasıyanık. 2. Bir yerin yanından, yakınından, içinden geçmek: "Ona kapıdan şöyle bir uğramak isterdim." -H. Taner. 3. Fırlayarak çıkmak, dışarı çıkmak: "Zelzele çığlığıyla beraber hepsi evden dışarı uğradılar." -M. Ş. Esendal. 4. Kötü duruma konu olmak: "Öldüreceğiz diyenlere karşı, ölmeyeceğiz diye harbe girebiliriz. Lakin millet hayatı tehlikeye uğramadıkça harp bir cinayettir." -Atatürk. 5. Yaklaşmak: "Erkek misafir geldiği zaman Despina'dan başka kimse salona, kapının yanına uğramayacaktı." -Ö. Seyfettin. 6. Karşılaşmak, maruz kalmak: "Sinan, şoka uğramış bir hâlde soruyor." -A. Ümit. 7. Cin, peri çarpmak.
vurmak
(-e) 1. Elini veya elinde tuttuğu bir şeyi bir yere hızla çarpmak: Masaya vurmak. Birinin başına vurmak. 2. (-i) Ses çıkarmak için bir şeyi başka bir şey üzerine hızlıca çarpmak: "Kapılarını vurmadan, kartını göstermeden, kademeye aldırmadan odalara giriyor." -R. H. Karay. 3. Etkisi bir yere kadar uzanmak, sokulmak, girmek, duyulmak, yansımak, aksetmek: "Yıkık damından içeriye parça parça güneş vurur." -R. H. Karay. 4. (-i, -e) Hızla değmek, çarpmak: Kolumu duvara vurmuşum. 5. Sürmek: Duvara boya, tahtaya cila vurmak. Yakı vurmak. 6. Takmak, koymak: "Seni buradan ellerine kelepçe, ayaklarına zincir vurup öyle götürecekler!" -Y. K. Karaosmanoğlu. 7. Bağlama, ilişkilendirmek: "Bohçacı ve yazmacı kadınların tuhaflığına vurarak etrafını alırlar." -R. H. Karay. 8. Olduğundan başka biçimde görünmek. 9. (nsz) Batıcı veya kesici cisimleri saplamak, kakmak: Bıçak vurmak. İğne vurmak. 10. (nsz) Uygulamak, basmak, koymak: Damga vurmak. 11. Ses çıkarmak, ses vermek, çalmak. 12. (-i) Amaçladığı şeye rast getirmek. 13. (-i) Hızla çarpmak: Ayağını güm güm yere vurarak. 14. (-i) Silahla yaralamak, öldürmek: "Bir gün kızı kurtarmışlar, ayıyı vurmuşlar, kızı saraya götürmüş, padişahın oğluna vermişler." -H. E. Adıvar. 15. Dokunmak, hasta etmek: "Bizim evin bacası çekmiyor. Bütün kış, maaile kömür vuruyor bizi bu yüzden." -N. Hikmet. 16. (nsz) Soğuk, dolu vb. ürünlere zarar vermek: Sebzeleri soğuk vurdu. Meyveleri dolu vurdu. 17. (nsz) Kalp, vuru durumunda olmak, çarpmak: "Kalbi öylesine kopacakmış gibi vuruyordu." -H. Taner. 18. Piyango vb. çıkmak, isabet etmek. 19. Üzerinde görünmek, üzerine düşmek: Ağacın gölgesi duvara vuruyor. 20. (-i) Desteklemek, dayamak: Akşam olunca kapının desteğini vurduk. 21. Çıkmak, görünmek: Su dışarı vurdu. 22. Sırtına, omzuna yerleştirmek: "Hamalın biri sırtına koca bir ayna vurmuş götürüyordu." -H. Taner. 23. Bir şeyi başka bir şey üzerine koymak. 24. Tavla oyununda pulu kırmak. 25. mec. Çok etki etmek, yaralamak. 26. argo İçki içmek. 27. (-i) argo Herhangi bir biçimde haksız yoldan para almak, soymak: Birinin on milyon lirasını vurmak. 28. (-i, -e) mat. Çarpma işlemini yapmak: İkiyi dörde vurursak sekiz eder.
yakışmak
(nsz) 1. Güzel durmak, iyi gitmek, yaraşmak, uygun gelmek: "Önden yandan nasıl durduğunu, yakışıp yakışmadığını gözden geçirecek." -M. Ş. Esendal. 2. (-e) Uygun olmak, iyi karşılanmak, münasip olmak: "Öyle şey küçüklerin ağzına yakışmaz." -B. Felek.
Vagonmedya.com
2009-2024 © Sözce hakları saklıdır.