başvurmak (-e) (ba'şvurmak) 1. Bir işin yapılması için bir kimsenin aracılığını istemek:
"Fakat ben ona başvurmadan belki Hatice bana müracaat eder." -N. F. Kısakürek. 2. Bir şeye yararlanmak amacıyla el atmak:
"Yalnızca duygulara, sezgilere başvurmak yanıltıcı olabilir." -N. Uygur. 3. Bilgi sahibi olmak için bir kaynağı kullanmak, müracaat etmek.
çalışmak (nsz) 1. Bir şeyi oluşturmak veya ortaya çıkarmak için emek harcamak:
Bu eser için üç yıl çalıştım. 2. Herhangi bir iş üzerinde olmak. 3. İşi veya görevi olmak, bulunmak:
"İnşaatlarda çalışan işçiler birer ikişer inşaatların kapılarından geri dönüp geldiler." -L. Tekin. 4. Makine veya aletler işe yarar durumda olmak veya işlemekte bulunmak. 5.
(-e) Bir şeyi yapmak için gereken çarelere başvurmak, o şeyi gerçekleştirmek için kendini zorlamak, çaba harcamak:
"Olduğundan fazla yaşlı görünmeye çalıştığını sezdim." -R. H. Karay. 6.
(-e) Bir şeyi öğrenmek veya yapmak için emek vermek:
"Dar ve sapa yollardan hızla yürümeye çalışıyorduk." -A. H. Tanpınar.
çıkmak (-den) 1. İçeriden dışarıya varmak, gitmek:
"Ortalık ağarırken bir arkadaşımla yorgun adımlarla konaktan çıktık." -F. R. Atay. 2.
(nsz) Elde edilmek, sağlanmak, istihsal edilmek:
"Bu mülakatımızdan esaslı bir netice çıkmadı." -Atatürk. 3.
(nsz) Bir meslek veya bilim kurumunda okuyup yetişmek, mezun olmak:
"Çiçeği burnunda subay çıkar çıkmaz, ben size bir emir eri bulurum." -H. Taner. 4. Bulunduğu yeri bırakıp başka yere geçmek, taşınmak, ayrılmak, ilgisini kesmek:
"Yeni evimizden çıkıp eski evimize taşındık." -Y. Z. Ortaç. 5. Süresi dolduğunda ayrılmak:
Daireden çıkmak. Hastaneden çıkmak. Cezaevinden çıkmak. 6.
(nsz) Yapılmak, yürümek:
Bu dairede işler kolay çıkmaz. 7. Yetişecek ölçüde olmak:
Bu kumaştan bir palto çıkar mı? 8. Eksilmek:
Dörtten iki çıkarsa iki kalır. 9. Meydana gelmek:
"Uygunsuz dediğim vakalardan biri bir salon oyunu yüzünden çıkmıştır." -R. N. Güntekin. 10.
(nsz) Sıyrılmak, ayrılmak:
Bebeğin patiği çıktı. 11.
(nsz) Herhangi bir durumda olduğu anlaşılmak:
Borçlu çıkmak. Kârlı çıkmak. Alacaklı çıkmak. 12. Bir durumla ilgili niteliklerini yitirmek, bir durumdan başka bir duruma geçmek:
"Çok sonra öğrenecek bunu. Çok sonra, çocukluktan çıkıp kocaman adam olduktan sonra." -T. Dursun K. 13.
(-i) Bir şeyin yukarısına doğru yürümek:
"Uzun, dik merdivenli bir yokuşu çıktık." -R. H. Karay. 14.
(-de, nsz) Bir inceleme, bir araştırma sonucu bulmak:
Sularda bakteri çıktı. 15.
(-e) Yetkili birinin makamına iş için gitmek:
Başkana çıkmak. 16.
(-e) Talihine veya payına düşmek, isabet etmek, vurmak:
Arkadaşa piyango çıkmış. Bize yine gezi çıktı. Bu işten size de bir şey çıkar. 17.
(nsz) Bir konu yetkililerce karara bağlanmak. 18.
(-e) Mal olmak:
Bu ev dört milyara çıktı. 19.
(-e) Oyunda herhangi bir rolü oynamak:
"Arsız ve aptal mahalle çocuğu rolüne çıkmıştı." -B. R. Eyuboğlu. 20.
(-e) Bir yere ulaşmak, varmak:
"Karşı kaldırıma geçtiler, sağa sola saptılar, demir yoluna çıktılar." -M. Ş. Esendal. 21.
(-e) Karaya ayak basmak:
"1919 senesi Mayısının on dokuzuncu günü Samsun'a çıktım." -Atatürk. 22.
(nsz) Yayılmak, duyulmak:
"Başından beri gazetelerde enstitü hakkında havadisler çıkıyordu." -A. H. Tanpınar. 23.
(nsz) Olmak, bulunmak, var olmak:
"Bayramın son günü her iki kadının da işleri çıkmıştı." -O. C. Kaygılı. 24.
(-e) Bir iddia ile ortalıkta görünmek:
"Sen onun karşısına çapkın bir adam gibi çıktın." -P. Safa. 25.
(-den, nsz) Yayılmak:
Lağımdan pis kokular çıkıyor. 26.
(-e) Karşı gelebilmek, boy ölçüşmek:
Güreşte ona çıkacak kimse yok. 27.
(-e) Bulaşmak:
Kravatın boyası gömleğe çıktı. 28.
(-i) Binaya kat eklemek:
Evin ikinci katını çıkmadan havalar bozuldu. 29.
(-e) Bir sebeple bulunulan yerden ayrılmak:
"Bu kahveden sıkıldın, ötekine çıkarsın, anladın mı?" -M. Ş. Esendal. 30.
(nsz) Niteliği sonradan anlaşılmak:
"Eyvah, bu da ötekiler gibi soysuz çıktı. İstemem artık gözüm görmesin, soğudum, iğrendim. Atın evimden dışarı." -R. N. Güntekin. 31.
(nsz) Davranışta herhangi bir niteliği bulunmak:
Akıllı çıktı da arkadaşına uymadı. 32.
(nsz) Yerinden oynamak:
"Fukaranın hem sağ bileği çıkmış hem davulu patlamıştı." -R. N. Güntekin. 33.
(nsz) Görünür veya belli bir durumda bulunmak:
Tencerenin bakırı çıktı. Zayıflıktan kemikleri çıkmış. 34.
(nsz) Oluşmak, olmak:
Fırtına çıkmak. Soğuk çıkmak. 35.
(nsz) Piyasaya sürülmek. 36.
(nsz) Bitmek, büyümek, sürmek:
Ekinler çıkmaya başladı. Bıyığı çıktı. 37.
(nsz) Verilmek:
Maaş çıkmak. Emir çıkmak. 38.
(nsz) Ay veya mevsim geçmek:
Mart çıktı. Kış çıktı. 39.
(nsz) Yeni yetişip satışa sunulmak:
Erik çıkmış. Çilek daha çıkmadı. 40.
(nsz) Yükselmek, artmak:
Fiyatlar çıktı. 41.
(nsz) Artırmak, fiyatı yükseltmek. 42.
(nsz) Sesini yükseltmek. 43.
(nsz) Büyük abdest bozmak. 44.
(nsz, -den) Giderilmek, yok olmak:
Leke çıktı. 45. Unutmak:
O söz benim hatırımdan çıkmadı. 46.
(nsz) Ay, güneş görünmek:
"Hava açılmış, ay çıkmıştı." -R. H. Karay.
"Güneş seni ısıtmak için çıkıyordu." -Y. K. Karaosmanoğlu. 47.
(nsz) Yayımlanmak:
"Yeni çıkmış Fransızca bir iki kitap bulunurdu." -Y. Z. Ortaç. 48.
(nsz) Gelmek:
"Çok geçmeden haber çıkacağını kadınlık insiyakiyle derhâl sezmişti." -R. H. Karay. 49.
(-den) Gerçekleşmek:
"İnsanın her gördüğü rüya çıkmaz ya!" -M. Ş. Esendal. 50.
(nsz) Bulunduğu yerden fırlamak, kopmak:
Arabanın direksiyonu çıkmak. 51.
(-den) Bir şeyin düzeni bozulmak, eskisinden daha değişik, kötü bir duruma girmek:
Ev, ev olmaktan çıktı. 52.
(-le) Flört etmek:
"Sevim, senden başka bir kızla çıkmadım." -A. İlhan. 53.
(-e) Erişmek, görmek:
"Aklı başında ama sabaha çıkamayacağına kalıbımı basarım." -S. F. Abasıyanık. 54.
mec. Harcamak zorunda kalmak:
Paradan çıkmak. Bin liradan çıktım. 55.
(-i) argo Vermeye katlanmak:
Çık bakalım paraları! dayanmak (-e) 1. Bir yere yaslanmak, kendini dayamak:
"Odalardan birinde köşeye dayanmış bir adam, sanki sızmış gibi görünüyor." -M. Ş. Esendal. 2. Bir şeyin üzerinde kurulmuş olmak. 3.
mec. Zarar görmemek, varlığını korumak, hasar görmemek:
Bu gemi fırtınaya iyi dayanır. 4.
mec. Varmak, ulaşmak:
"Bu haber ortalığa yayılır yayılmaz banknotlarını kapan bankaya dayanıyor." -Y. Z. Ortaç. 5.
mec. Bütün gücünü kullanarak bir işi yapmak:
"İki genç, kırarcasına küreklere dayandılar." -Halikarnas Balıkçısı. 6.
mec. Bir iş sonunda birinin veya bir şeyin üzerinde kalmak:
Bu proje sonunda bize dayanacak. 7.
mec. Birinden, bir şeyden güç almak, güvenmek, istinat etmek:
"Laikliği korumak için kanun kuvvetine mi, eğitim ve telkin kuvvetine mi dayanmalıyız?" -F. R. Atay. 8.
(nsz) mec. Uzun süre kullanılmaya uygun olmak:
Bu kumaş çok dayandı. 9.
(nsz) mec. Tutunmak, karşı durmak, karşı koymak, mukavemet etmek:
"Merkezde Akhisar'ın, Bergama'nın da henüz dayandığını öğrendiler." -N. Cumalı. 10.
(nsz) Yetişmek, yeter olmak. 11.
(nsz) mec. Güç bir duruma katlanmak, çekmek, sabretmek, tahammül etmek:
"Kazılmış mezarın önüne geldiklerinde daha fazla dayanamayıp oracığa çöktü." -İ. O. Anar.
değerlendirmek (-i) 1. Bir şeyi yerinde ve yararlı bir yolda kullanmak. 2. Değer kazandırmak, kıymetlendirmek. 3. Değer biçmek. 4. Bir şeyin özünü, önemini, nitelik ve niceliğini belirlemek:
"Eleştirmenler bu genç yazarı övgülerle değerlendirdiler." -L. Tekin.
devam etmek1) başlanmış bir iş sürmek:
"Hazırlıkların uzun zamandır devam ettiğinden, kimi ayrıntılardan öteden beri haberdardım." -E. Şafak. 2) sürekli gitmek:
"Falanca kahveye mütekait memurlar devam eder." -B. R. Eyuboğlu. 3) sürdürmek:
"Kız kendisini ağır satmakta devam ediyor." -R. H. Karay.
geçmek (-e) 1. Bir yerden başka bir yere gitmek:
"Elindeki kitabı bırakıp bulundukları odaya geçtim." -T. Buğra. 2.
(-den) Bir yandan girip diğer yandan çıkmak:
İplik iğne deliğinden zor geçti. 3.
(-den) Yol, araç veya akarsu bir yerin yakınından veya içinden gitmek:
Eve giderken sizin sokaktan geçeriz. 4.
(-den) Bir duruma uğramak, konu olmak:
Dayaktan geçmek. Muayeneden geçmek. 5.
(-den) Bırakmak, vazgeçmek:
"Bana yârdan geç derler / Seven yârdan geçilir mi?" -Halk türküsü. 6.
(-de) Yaşamak. 7.
(-den) Bir şeyi bundan böyle yapma durumunda olmamak:
"Hakkın var... Ne çare ki bizden geçti, diye söyleniyor." -R. N. Güntekin. 8.
(-de) Olmak, vuku bulmak, cereyan etmek:
"Bu odanın içinde geçen aşk anları artık çok uzaklardaydı." -A. İlhan. 9.
(-i, -e; -den) Hastalık bulaşmak, sirayet etmek:
Hastalık bana ondan geçti. 10.
(-den, -e) Herhangi bir durum, soya çekim yoluyla birinde görünmek:
Bu titizlik ona babasından geçmiş. 11.
(-den, -e) Bulunduğu yeri veya konumu değiştirmek. 12. Bir yeri aşmak, öbür yana ulaşmak:
"İstanbul'a geçecek değil, parmağımı kımıldatacak takatim yok." -S. M. Alus. 13. Yerini bırakıp başka yer almak. 14.
(-den) Bir konu üzerinde veya bir yerde çalışmış olmak:
"Şimdiki tuluat artistlerinin çoğu oradan geçtiler." -S. F. Abasıyanık. 15. Etki yapmak, işlemek:
Soğuk, ciğerime geçti. Başına güneş geçmiş. 16. Görev almak:
İktidara geçmek. 17. Kalmak, devrolmak:
"Paralar suyunu çekti. Fabrika da olduğu gibi Nihat'a geçti." -N. F. Kısakürek. 18.
(-i) Geride bırakmak, aşmak:
Bizim yelkenli vapuru geçecek. Ordu sınırı geçti. Çocuğun boyu babasını geçti. 19.
(nsz) Tükenmek, bitmek, sona ermek:
"Yavaş yavaş bu hırs geçer." -F. R. Atay. 20.
(-i) Üstünlük sağlamak. 21.
(-i) Söylemeden veya bitirmeden atlamak:
O meseleyi geçelim. O bahsi geç! 22.
(-i) Zamanı aşmak, geride bırakmak:
"Şehzadebaşı'na geldikleri zaman saat onu geçiyordu." -P. Safa. 23.
(-le) Harcamak:
"Bütün günüm seni takip etmekle geçti." -Y. K. Karaosmanoğlu. 24.
(-i) Bir müzik parçasını meşk ederek öğrenmek, çalmak veya söylemek. 25.
(-i, -den) Birinden meşk etmek:
Bu şarkıyı kimden geçtiniz. 26. Haberi bir iletişim aracı ile bildirmek:
Ankara haberlerini gazetesine geçiyormuş. 27.
(nsz) Sönmek:
"Ocak sönmüş, koru bile geçmişti." -N. Nâzım. 28. Yazılmak, girmek:
Tarihe geçmek. Kitaba geçmek. 29.
(nsz) Sürümü olmak, satılmak. 30.
(-i, -e) Konuşmada sözü geçmek veya basında yer almak:
"Kısa süren bir hastalıktan sonra göçüp gideceğini hissetmiş hatta ölümünün gazetelere bile geçmemesini istemişti..." -H. E. Adıvar. 31.
(nsz) Kullanımda olmak, tedavülde olmak:
Bu para artık geçmiyor. 32.
(nsz) Kabul edilemez olmak:
Senin paran burada geçmez. 33.
(nsz) Okulda, sınavda başarı göstermek:
Çocuk bu yıl geçti. 34. Bir yere gidip oturmak. 35.
(nsz) Çok bekletilmekten çürümeye yüz tutmak:
Bu karpuz geçmiş. 36.
(nsz) Sıyrılmak, kurtulmak, işin içinden çıkmak:
Görmedim dedi, geçti. 37.
(yar) argo Bazı kelimelerle birleşik fiil yapar:
lska geçmek. Diskur geçmek. 38.
(-i, -e) hlk. Çekiştirmek, yermek:
"Beni sana geçmişler / Vallahi ben demedim." -Halk türküsü.
işlemek (-i) 1. Bir şeye emek vererek onu daha elverişli bir duruma getirmek. 2.
(nsz) İnce ve süslü şeyler yapmak, nakışlamak:
"Para için işlemediğini iddia eden bu fakir ihtiyar, şüphesiz, sanatının âşığıydı." -M. Ş. Esendal. 3.
(-e) İçine girmek, etkilemek, nüfuz etmek:
"O uzun ve derin bakış genç adamın ta yüreğine kadar işlemişti." -Y. K. Karaosmanoğlu. 4.
(nsz) İyi çalışmak, müşterisi bol olmak. 5. Durağan durumdan hareketli duruma geçmek, çalışmak. 6. Herhangi bir konuyu ele alarak incelemek, öğretmek. 7. Düşüncelerini herhangi birine etki yaparak benimsetmek:
"Ali Rıza Bey bu ilk çocuğu ile, bir çiçek meraklısı, bahçesiyle oynar gibi oynamış, onu ancak kendi hayalinde yaşayan mükemmel insan maddelerine göre işlemişti." -R. N. Güntekin. 8.
(-den) İşlek, etkin durumda olmak:
"Lütfügiller büyücek bahçelerinin ana yola açılan kapısından işlerlerdi." -S. F. Abasıyanık. 9.
(nsz) Çıban, olgunlaşma yolunda olmak. 10.
(nsz) Yara, kapanmamak. 11.
(nsz) Gidip gelmek:
"Şimdi otomobillerin, otobüslerin işledikleri asfalt caddeden bir zamanlar ne kervan ne insan geçerdi." -S. M. Alus. 12. Hesapları, kayıtları düzenli olarak tutmak veya gereken yere aktarmak:
"Tayın çizelgelerini düzenliyorum, ambar defterini işliyorum." -E. Bener. 13. Herhangi bir ürünü satışa sunulmadan önce birtakım işlemlerden geçirmek.
karşılamak (-i) 1. Dışarıdan gelen bir kimseye karşılayıcı olarak çıkmak, istikbal etmek:
"Beni karşıladılar ve ağırladılar." -A. Kabaklı. 2. Karşılık olmak, denk gelmek, tekabül etmek:
"Herhâlde bu küçük bahçeyi kendi sebze ihtiyaçlarını karşılamak için yetiştirmişlerdi." -N. Cumalı. 3. Söylenen, yapılan, bildirilen bir şeyi olumlu veya olumsuz bulmak:
"Bu suçlamayı hiç üzerimize almadan karşılar ve hoş görürüz." -B. Felek. 4. Önlemek, durdurmak:
Bu ilaç sıtmayı karşılar. 5.
sp. Boksta karşı oyuncunun yumruklarını savmak.
makine is. (maki'ne) tek. 1. Herhangi bir enerji türünü başka bir enerjiye dönüştürmek, belli bir güçten yararlanarak bir işi yapmak veya etki oluşturmak için çarklar, dişliler ve çeşitli parçalardan oluşan düzenekler bütünü:
"Tıraş makineleri ile usturalar çekmecelerde dururdu." -N. Cumalı. 2. Bir alet veya taşıtın hareket etmesini sağlayan mekanizması:
Saatin makinesi. Gramofonun makinesi. 3.
hlk. Araba, otomobil.
ölmek (nsz) 1. Yaşamaz olmak, hayatı sona ermek, can vermek. 2. Bitki, solmak:
Bu çiçekler dayanmaz, çabuk ölür. 3.
mec. Bazı sebeplerle çok sıkıntı veya acı çekmek. 4.
mec. Değerini, geçerliğini, gücünü yitirmek, kullanılmamak:
Bu usul öldü artık. saymak (-i) 1. Bir şeyin kaç tane olduğunu anlamak için bunları birer birer elden veya gözden geçirmek, sayısını bulmak:
"Nara sormuşlar: - Tanelerin kaç tane? Yiyenler saysın bana ne -demiş." -B. R. Eyuboğlu. 2. Sayıları arka arkaya söylemek:
Birden ona kadar saymak. 3. Herhangi bir sıraya koymak, herhangi bir sırada yer aldığını kabul etmek:
Artık kışı geçti sayabiliriz. 4. Herhangi bir şey, yerine koymak veya herhangi bir şey gözüyle bakmak, addetmek:
"Her çiçekten bal eyledik / Arıya saydılar bizi." -Pir Sultan Abdal. 5. Varsaymak, tutmak, farz etmek:
"Elimi uzatsam benim olacak bir vazoya sırt çevirip başkasına kaptırınca onu benden çalınmış saymak neden?" -H. Taner. 6. Arka arkaya söylemek, sıralamak:
Birinin iyiliklerini saymak. 7. Ödemek, peşin vermek:
"İki bin lira saydı, bana bir küpe aldı." -M. Ş. Esendal. 8.
mec. Geçer tutmak:
Bunu saymam, sizi bir gün erkenden beklerim. 9.
mec. Değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı dolayısıyla bir kimseye veya bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmak, saygı göstermek, sözünü dinlemek, hürmet etmek:
"Anam babamı nasıl saydı ise ben de kocamı öyle sayacaktım." -M. Ş. Esendal. 10.
mec. Önemsemek. 11.
mec. Gibi görmek, kabul etmek:
"Arzularını yapmayı belli büyük bir külfet saydığınız bu küçük kalpler, saadetin kapısından girmeden felaketin ortasına yuvarlanıyorlar." -A. Gündüz. 12.
mec. Hesaba katmak, dikkate almak:
Bundan önce verdiğimi saymıyor musun? sürmek (-i, -e) 1. Yönetip yürütmek, sevk etmek. 2. Devam etmek:
"Yenilenmesine karar verilen Meclisin yetkileri, yeni Meclisin seçilmesine kadar sürer." -Anayasa. 3. Önüne katıp götürmek:
Koyunları sürmek. 4. Uzatmak, ileri doğru itmek:
"Kahveyi ısıtıyor, suyu dolduruyor, cezveyi sürüyor, fincanı boşaltıyor." -M. Ş. Esendal. 5. Dokundurmak, değdirmek:
"Yüzümü saçlarına sürmek için başımı eğdim." -H. C. Yalçın. 6. Oturduğu, bulunduğu yerden, ülkeden ceza olarak başka bir yer veya ülkeye göndermek, nefyetmek:
"Mütarekede İngilizler onu Malta'ya sürdüler." -Y. Z. Ortaç. 7. Bir maddeyi bir yüzey üzerine ince bir tabaka olarak yaymak, dökmek, serpmek:
"Avucuna doldurup kokluyor; ensesine, şakaklarına, boynuna sürüyor." -R. H. Karay. 8.
tic. Bir malı satışa sunmak, piyasaya çıkarmak:
"Satılamayan ne kadar bayat, bozuk mal varsa pansiyonerlere sürerler." -H. R. Gürpınar. 9. Yasal olmayan yolla piyasaya para çıkarmak. 10.
(-i) Herhangi bir durum içinde bulunmak:
"Dört duvar arasında bir memur hayat sürüyordu." -Y. Z. Ortaç. 11.
(-i) Pulluk veya sabanla toprağı işlemek:
"Öküzünün biri ölünce tarlasını süremedi." -Ö. Seyfettin. 12.
(nsz) Olmaya devam etmek:
"Baygınlığım ne kadar sürdü bilmiyorum." -A. Gündüz. 13.
(nsz) Zaman geçmek:
Çok sürmez, her şey düzelir. 14.
(nsz) Zaman almak:
"Her odanın ziyareti bir saat sürmüştü." -A. Haşim. 15.
bit. b. Bitki, ot yetişip ortaya çıkmak, bitmek, yeşermek:
"Bu gölgeli yerlerde otlar bütün bir yaz mevsimi yeniden yeniye sürer, rutubetli toprakta bir bir arkasına yoncalar fışkırır, çayırlar kabarırdı." -R. H. Karay. 16.
(nsz) Olağandan daha çok, daha sık ve sulu dışkı çıkarmak.
ulaşmak (-e) 1. Varmak, gelmek:
"Doğudan batıya kadar ulaşmış bir zafer bestesi dinliyorum." -R. H. Karay. 2. Elde etmek, erişmek. 3. Yetişmek. 4. Birbirine katılmak, dökülmek:
Nehirler denizlere ulaşıyor. varmak (-e) 1. Erişilmek istenen yere ayak basmak, ulaşmak, vasıl olmak:
"Köye akşama doğru ancak varabildim." -S. F. Abasıyanık. 2. Belli bir duruma veya düzeye gelmek:
Yaşı elliye vardı. O şimdi yolun yarısına varmıştı. 3. Hoş olmayan bir sona ermek:
"Beni tahkir etmeye kadar varıyorsun." -P. Safa. 4. Bir şeyi iyice anlamak veya duymak:
Tadına varmak. Sırrına varmak. 5.
(-i) Acımadan, çekinmeden yapmak:
Eli varmak. Dili varmak. 6. Kadın, evlenmek:
"Gönül verdin derlerdi o delikanlıya / En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya." -A. M. Dranas. 7. Bir durumdan başka duruma geçmek:
Secdeye varmak. Uykuya varmak. yakışmak (nsz) 1. Güzel durmak, iyi gitmek, yaraşmak, uygun gelmek:
"Önden yandan nasıl durduğunu, yakışıp yakışmadığını gözden geçirecek." -M. Ş. Esendal. 2.
(-e) Uygun olmak, iyi karşılanmak, münasip olmak:
"Öyle şey küçüklerin ağzına yakışmaz." -B. Felek.
yapmak (-i) 1. Ortaya koymak, gerçekleştirmek, oluşturmak, meydana getirmek:
"Her görevi ayrım gözetmeden aynı titizlikle yapmak başarının sırrıdır." -Ç. Altan. 2.
(nsz) Olmasına yol açmak:
Durgun sular sıtma yapar. 3.
(nsz) Yol almak. 4. Onarmak, tamir etmek:
Bozulan saatimi saatçi yaptı. 5.
(nsz) Bir şeyi başka bir şey durumuna getirmek:
"Ayrıca terbiye edeceğim, onu yaman bir polis köpeği yapacağım." -R. H. Karay. 6. Bir dileği, bir isteği yerine getirmek, uygulamak, ifa etmek:
"Şu işi yapıver, diye yalvarmıştı da enişte engel olmuştu." -S. M. Alus. 7.
(nsz) Bir düşünceyi, bir davranışı, bir isteği işe dönüştürmek, gerçekleştirmek:
"Elimi ağzına götürerek sus işareti yaptım." -R. H. Karay. 8. Düzenli bir duruma getirmek:
Yatak yapmak. Yolu yaptılar. 9.
(nsz) Üretmek:
Ayakkabı yapmak. 10.
(nsz) Bir harekete, işe başlamak veya bir hareketle, işle uğraşmak:
Koşu yapmak. Sarsıntı yapmak. 11. Zarara yol açmak. 12. Etkili olmak. 13.
(nsz) Salgılamak, çıkarmak:
Tükürük bezleri tükürük yapar. 14.
(-e) Dışkı çıkarmak:
Çocuk, altına yapmış. 15. Gerçekleştirmek:
"İlk ve ortaöğrenimini Anadolu'da yapmıştır." -Y. Z. Ortaç. 16. Tehdit yoluyla birini herhangi bir duruma düşürmek:
Ben adamı ne yaparım biliyor musun? 17.
(-i, -e) Evlendirmek:
Bu kızı sana yapacağız. 18.
(yar) Bir durum yaratmak:
"Fırının harlı ateşi yanaklarını pembe pembe yapmıştı." -N. Araz. 19.
(yar) Edinmek, sahip olmak:
Servet yapmak. Altın yapmak. 20.
(yar) Bir kimseye bir meslek kazandırmak, yetiştirmek:
"Onu da Üsküdar'daki ambar memuru yapmak suretiyle daireden uzaklaştırdı." -H. Taner. 21.
(nsz) Davranmak, hareket etmek:
İyi yapmıyorsunuz, çocuğu çok azarlıyorsunuz. Uyumuş gibi yapmak. 22.
(nsz) Olmak:
Bu kış çok soğuk yaptı. yaraşmak (nsz) 1. Yakışmak, uymak:
"Gözlerim koyu olduğu için kuyruklu sürme, bana pek yaraşır." -S. M. Alus. 2. Yatkın olmak:
"Söylenen sözü anlıyor, eli hemen her işe yaraşıyordu." -E. E. Talu.
yetişmek (-e) 1. Ulaşmak, ermek, varmak, vasıl olmak:
"Gâvur Ali kahvedeki cemaate hiçbir şey söylemeden küçük çobanla uzaklaştı, bir nefeste ağıla yetişti." -Ö. Seyfettin. 2. Vaktinde tamam olmak, bitmek, hazırlanmak, hazır olmak:
Bu giysi yarına yetişmeli. 3. Vaktinde varmak, vaktinde bulunmak:
"Öteki tünelle gelseler de vapura yetişeceklerini bilirlerdi." -A. Ş. Hisar. 4. Bir işe başlamış olanlara veya gidenlere sonradan katılmak:
"Kadınlar, derme çatma ayakkabılarıyla onlara zor yetişebiliyorlardı." -Y. K. Karaosmanoğlu. 5. Değmek, uzanıp dokunabilmek:
Ben o dala yetişemem. Bu ip kuyunun dibine yetişmez. 6. Vakit bulmak, yapabilmek:
Ben bu kadar işe yetişemem. 7.
(nsz) Yetmek, yeter olmak, kâfi gelmek:
Bu para yetişir. Bu yemek hepimize yetişir. 8. Bir zamanda yaşamış olmak, bir zamanı veya kimseyi görmüş olmak:
"Bol zamanıma yetişti de ben onu böyle şımarık büyüttüm." -P. Safa. 9.
(nsz) Üremek, büyümek, olmak:
"Şu Marmara kıyılarında o sene bol meyve yetişmişti." -S. F. Abasıyanık. 10.
(-de) Eğitim görmüş olmak, öğrenmek, gelişmek:
"İşte bu kadronun içinde yetişecektim ben." -Y. Z. Ortaç. 11. İş görebilecek yaşa gelmek, büyümek. 12. Yardım etmek, yardımına koşmak:
"Tam o sırada talih imdadıma yetişti." -R. H. Karay.
yetmek (nsz) 1. Bir gereksinimi karşılayacak, giderecek nicelikte olmak:
"Hasan'ın gücü yetse belki de dayak atacak." -H. E. Adıvar. 2.
(-e) Yeterli sebep olmak:
Bir sigara bir ormanı yakmaya yeter. 3. Kötü bir davranış, durum, tutum yeterli olmak, kâfi gelmek:
Bu zulüm artık yeter! 4.
(-e) mec. Başkasına gereksinim duymamak, kendine yeter olmak:
"Kendiyle dolu, kendine yeten, olgun ve aydın bir insanın değil bir günü, bazen bir saati bile yüz binlerce lira değerinde olabilir." -H. Taner. 5.
(-e) hlk. Bir yaşa erişmek, ulaşmak:
"At dört, kız on beşe yettiği zaman / Severim kır atı bir de güzeli." -Dadaloğlu. 6.
hlk. Olgunlaşmak.