aşmak (-den) 1. Yüksek, uzak veya geçilmesi güç bir yerin öte yanına geçmek:
"İki gündür sarp dağ yollarından aşıyoruz." -F. R. Atay. 2.
(-i) Süre geçmek, bitmek, sona ermek:
"Üstelik çekingenliğin de kaybolmuş hatta sokulganlığı aşarak girişkenlik derecesini bulmuştu." -T. Buğra. 3.
(-e) Erkek hayvan dişisiyle çiftleşmek. 4.
(nsz) argo Görünmeden kaçmak:
Herif çoktan aşmış. bırakmak (-i) 1. Elde bulunan bir şeyi tutmaz olmak. 2.
(nsz) Koymak:
"Mermer masaya bir yirmi beşlik bıraktı." -T. Buğra. 3. Bir işi başka bir zamana ertelemek:
Gezmeyi haftaya bıraktık. 4. Unutmak:
Acaba eldivenlerimi nerede bıraktım? 5. Bulunduğu yeri veya durumu değiştirmemek. 6. Saklamak, artırmak:
Paranın bir kısmını bırak! 7. Bir işin sorumluluğunu, yükümlülüğünü başkasına vermek, görevlendirmek:
"Cemal Paşa'da anlamadığı işi ehline bırakmak meziyeti vardı." -F. R. Atay. 8.
(nsz) Engel olmamak:
"Bırak, burasını benim defterimden okuyayım." -Ö. Seyfettin. 9. Sarkıtmak:
Saçlarını omzuna bırakmış. 10.
(nsz) Ölen, ayrılan birinden iş, kişi, nesne vb. şeyler kalmak:
"Hayata gözlerini kaparken ardında yedi yaşında bir oğul, on iki yaşında bir kız bırakıyordu." -C. Uçuk. 11. Bir alışkanlıktan veya bir işten vazgeçmek:
"Gerçekten sigarayı bıraktı, bıraktı ama huzuru da sükûnu da kalmadı." -H. E. Adıvar. 12.
(nsz) Uğraşmaz olmak, artık uğraşmamak:
"Bu yazarın bir de Fransızca kitabını almıştım ama sıkılmış bırakıvermiştim." -R. H. Karay. 13.
(nsz) Bıyık veya sakal uzatmak. 14.
(nsz) Özgürlük vermek, hürriyetine kavuşmasını sağlamak:
"Bıraksam acaba beyaz bir çift güvercin gibi uçarlar mı?" -R. H. Karay. 15. Boşamak:
"Bıraktıkları zevcelerini yine canları isterse tekrar alabilirler." -Ö. Seyfettin. 16. Kötü bir durumda terk etmek. 17. Ayrılmak, terk etmek:
"Mahalle arasındaki küçük dükkânını bırakarak karısını, şehrin başka bir tarafında bir eve yerleştirdi." -P. Safa. 18. Sınıf geçirmemek, döndürmek:
Öğretmen üç tembel çocuğu bıraktı. 19.
(-e) Bir pazarlıkta, belli bir fiyata vermeyi kabul etmek:
"Başkalarına on ikiye veriyoruz ama sana onar kuruştan bırakayım." -M. Ş. Esendal. 20.
(-i, -e) Bakılmak, korunmak için vermek:
Eşyamı size bırakacağım. 21.
(nsz) Yanına almamak, yanında götürmemek:
"Telgrafhanede bir zabit bırakarak işinin başına gitmesini rica ettim." -Atatürk. 22.
(-i, -e) Sahiplik hakkını başkasına vermek:
Bizim komşu bütün malını Kızılay'a bırakmış. 23.
(nsz) Yapışık olan bir şey yapışıklıktan kurtulmak. 24.
(nsz) Bulunduğu veya dokunduğu yerde bir şey oluşturmak, meydana getirmek:
İz bırakmak. Leke bırakmak. bitmek(I)
(nsz) 1. Tükenmek:
"Dün akşam param bitmişti." -S. F. Abasıyanık. 2. Sona ermek:
"Kıran kırana bir güreş bitmiş, Büyük Millet Meclisi, Başkumandanlık yetkilerini Mustafa Kemal Paşa'ya devretmiştir." -T. Buğra. 3.
mec. Çok yorulmak. 4.
mec. Güçsüz kalmak, çok zayıflamak. 5.
(-e) argo Çok sevmek, bayılmak, beğenmek:
"Buğulu bir sesi var. Ben böyle sese biterim." -H. Taner.
bitmek(II)
(nsz) 1. Bitki, tüy, saç vb. şeyler çıkıp yetişmek:
"Buğdayla arpadan başka ne biter bu topraklarda?" -F. R. Atay. 2. Beklenmedik zamanda ortaya çıkmak:
"Aynı anda sahnenin her yerinde birden bitiyor, bir şarkıcıdan çok bir göz bağcıya benziyordu." -M. Mungan.
cereyan etmekgeçmek, olmak, yapılmak:
"Düzbel'de cereyan eden meydan muharebesini İkinci Kılıç Arslan kazandı." -Y. K. Beyatlı.
girmek (-e) 1. Dışarıdan içeriye geçmek:
"Birlikte kiliseden içeri giriyoruz, ben topallıyorum." -A. Ağaoğlu. 2. Sığmak:
Elim bu eldivene girmiyor. 3. Katılmak, iltihak etmek:
"Bugün edebiyat imtihanına girdim." -Y. Z. Ortaç. 4. Almak, fethetmek:
"Ordularımız İstanbul'a girdiler." -M. Ş. Esendal. 5. İncelemek, ayrıntılara inmek. 6. Girişmek, başlamak:
"Kaçırdım gene ipin ucunu, bir türlü konuya giremiyorum." -N. Ataç. 7. Bulaşmak:
Koyunlara kelebek hastalığı girdi. 8.
(nsz) Zaman anlamlı kavramlar için gelmek:
İlkbahar girdi. 9.
(nsz) Ağrı, sancı başlamak, saplanmak. 10. Yeni bir duruma geçmek, dönüşmek:
"Göğün morlaşan kenarı eriyor, menekşe rengine giriyordu." -Ö. Seyfettin. 11. İyice anlamak, iyice bilmek. 12. Kavgaya tutuşmak. 13. Başlamak. 14. Erişmek, ulaşmak:
Yirmisine girdi. 15. Bir şeyin yapımında, birleşiminde yer almak. 16. Yazılmak, başlamak:
Okula girdi. 17. Yemek yemek.
harcamak (-i) 1. Bir iş görmek veya bir şey satın almak için parayı elden çıkarmak, sarf etmek:
"İki maaşımı hastalığına harcadığım talebe, sonbaharla beraber ölmüştü." -S. F. Abasıyanık. 2. Bir şey yapmak için kullanmak, tüketmek:
Bu beş ton demiri bu yapıya harcadık. Bu yemek için bir saatimi harcadım. 3.
mec. Birinin değer ve onurunu kırıcı bir durum yaratmak:
"Bir delilik yaptı ve otobüsteki kız uğruna Arzu'yu harcadı." -M. Uyguner. 4.
mec. Manevi yönden kötü duruma düşürmek, feda etmek:
Çoluk çocuğu uğruna kendini harcadı. 5.
argo Yok olmasına, ölmesine sebep olmak.
işlemek (-i) 1. Bir şeye emek vererek onu daha elverişli bir duruma getirmek. 2.
(nsz) İnce ve süslü şeyler yapmak, nakışlamak:
"Para için işlemediğini iddia eden bu fakir ihtiyar, şüphesiz, sanatının âşığıydı." -M. Ş. Esendal. 3.
(-e) İçine girmek, etkilemek, nüfuz etmek:
"O uzun ve derin bakış genç adamın ta yüreğine kadar işlemişti." -Y. K. Karaosmanoğlu. 4.
(nsz) İyi çalışmak, müşterisi bol olmak. 5. Durağan durumdan hareketli duruma geçmek, çalışmak. 6. Herhangi bir konuyu ele alarak incelemek, öğretmek. 7. Düşüncelerini herhangi birine etki yaparak benimsetmek:
"Ali Rıza Bey bu ilk çocuğu ile, bir çiçek meraklısı, bahçesiyle oynar gibi oynamış, onu ancak kendi hayalinde yaşayan mükemmel insan maddelerine göre işlemişti." -R. N. Güntekin. 8.
(-den) İşlek, etkin durumda olmak:
"Lütfügiller büyücek bahçelerinin ana yola açılan kapısından işlerlerdi." -S. F. Abasıyanık. 9.
(nsz) Çıban, olgunlaşma yolunda olmak. 10.
(nsz) Yara, kapanmamak. 11.
(nsz) Gidip gelmek:
"Şimdi otomobillerin, otobüslerin işledikleri asfalt caddeden bir zamanlar ne kervan ne insan geçerdi." -S. M. Alus. 12. Hesapları, kayıtları düzenli olarak tutmak veya gereken yere aktarmak:
"Tayın çizelgelerini düzenliyorum, ambar defterini işliyorum." -E. Bener. 13. Herhangi bir ürünü satışa sunulmadan önce birtakım işlemlerden geçirmek.
kalmak (nsz) 1. Olduğu yeri ve durumu korumak, sürdürmek:
"Sıkı sıkı kucakladı ve öylece kaldı." -T. Buğra. 2. Zaman, uzaklık veya nicelik belirtilen miktarda bulunmak:
"Arabada yalnız dört çocuk kalmıştı." -O. C. Kaygılı. 3.
(-de) Konaklamak, konmak:
"Hemen karargâha yerleşmezsem ne geri dönebilir ne de otelde kalabilirdim." -F. R. Atay. 4.
(-le) Oturmak, yaşamak, eğleşmek:
"Tam beş sene benimle beraber kaldı." -S. F. Abasıyanık. 5. Hayatını sürdürmek, yaşamak:
O aileden bir bu çocuk kaldı. 6. Varlığını korumak, sürdürmek:
"Eniştemizin iptidai kalmış huyları da vardı." -A. Ş. Hisar. 7.
(-de) Oyalanmak, vakit geçirmek:
"Kısa bir süre tezgâhın önünde kaldı." -N. Cumalı. 8. Sınıf geçmemek:
Çocukların içinde kalanlar da var geçenler de. 9.
(-de) İşlemez, yürümez duruma gelmek:
Araba yarı yolda kaldı. 10.
(-e) Geriye atılmak, ertelenmek:
"Mahkeme ayın on sekizine kaldı." -S. F. Abasıyanık. 11.
(-de) Bir şeyle kaplanmak, bir şeye bulanmak:
Oda duman içinde kaldı. 12.
(-de) Bir işi belli bir noktada bırakmak, ara vermek:
Bugün iş maddesinde kaldık. 13.
(-den) Miras olarak geçmek:
Çiftlik ana babasından kalmış. 14.
(-den) Yapamamak:
Misafir geldi, gezmeden kaldık. 15. Belli bir gelirle geçinmek zorunda bulunmak:
"Refika, valide, iki kerime kaldık mı biz iki bin kuruş tekaüt maaşına." -H. Taner. 16.
(-le) Yetinmek:
Yalnız dayak atmakla kalmadı, onu işinden de çıkardı. 17.
(-le) Sınırlanmak, bitmemek:
"Amasya'da iken karşılaştığımız vaziyet yalnız Şeyh Recep Vakası ile kalmadı." -Atatürk. 18. Herhangi bir durumu sürdürmek. 19.
(yar) Olmak, herhangi bir durumda bulunmak:
"Fatma'nın yemek çantası olmasaydı, dün aç kalmıştık." -F. R. Atay. 20.
(yar) Kök veya gövdeleri sonuna -a (-e), -ıp (-ip) eki almış fiillere gelerek süreklilik bildiren birleşik fiiller oluşturur:
Bakakalmak. Şaşakalmak. Donakalmak. Şaşırıp kalmak. Donup kalmak. olmak (nsz) 1. Meydana gelmek, varlık kazanmak, vuku bulmak:
"En şiddetli münakaşa, kumpanyanın ismi için oldu." -S. F. Abasıyanık. 2. Gerçekleşmek veya yapılmak. 3. Bir görev, makam, san veya nitelik kazanmak:
"Okumak, eczacı olmak bu sayılı inatlarından biri ve ilkidir." -T. Buğra. 4. Bir şeyi elde etmek, edinmek:
"Nihayet ben mal sahibi olacağıma göre rahattım." -S. F. Abasıyanık. 5. Bir durumdan başka bir duruma geçmek. 6. Herhangi bir durumda bulunmak. 7. Uygun düşmek, yerinde görülmek:
Böyle iş olmaz. Oraya gitmesek de olur. 8. Yetişmek, olgunlaşmak:
Ekinler oldu. Üzümler daha olmadı. 9. Hazırlanmak, hazır duruma gelmek:
Çay oldu. 10. Bulunmak:
"Kız da hemen olduğu yere oturdu." -M. Ş. Esendal. 11. Geçmek, tamamlanmak:
İki yıl oldu. Nerede ise üç yıl olacak. 12. Sürdürmek, yürütmek:
İlişkilerimiz dostça olsun istiyorum. 13. Bir kuruluşla, örgütle ilgili bulunmak, mensup olmak:
Partili olmak. 14. Yaklaşmak, gelip çatmak:
Sabah oldu. 15. Bir şey, birinin mülkiyetine geçmek:
"Pırlanta gerdanlığı da tektaş küpesi de zümrüt yüzüğü de kendinin olsun!" -S. M. Alus. 16. Ek fiilin geniş zamanı olan -dır (-dir) anlamında kullanılan bir söz:
Annesi oluyor. Yeğeni olur. 17.
(nsz) tkz. Sarhoş olmak:
Sen adamakıllı olmuşsun. 18.
(-e) Uymak, tam gelmek:
Bu şapka başıma oluyor. 19.
(-den) Yitirmek, elinden kaçırmak:
Tembelliği yüzünden işinden oldu. 20.
(-den) Bir yerde doğmuş, yaşamış olmak:
Köyden, kasabadan olmayan, düveni, dirgeni nasıl bilebilir? 21.
(-e) Bir olayla karşılaşmak, başına kötü bir şey gelmek:
Aman, ona bir şey olmasın! Kimseye bir şey olmadı. 22.
(-e) Yol açmak:
Bu davranışın ona çok zararı oldu. 23. Bir ad veya sıfatın belirttiği durumu almak:
Su, buz oldu. 24.
(yar) Sıfat-fiil eki almış kelimelerle birlikte başlama, bitirme vb. bildiren fiilleri oluşturur:
Artık bize gelmez oldu. Bu işi yapmış olacak. 25.
(yar) Hastalığa yakalanmak, tutulmak:
Tifo olmak. Verem olmak. sirayet etmek1) hastalık geçmek, bulaşmak:
"Valinin hızı ve coşkusu, yanındakilere de bulaşıcı bir hastalık gibi sirayet ediyordu." -A. Kulin. 2)
mec. yayılmak, dağılmak:
"Bu dedikodular bizim eve bile sirayet etti." -A. Gündüz.
sönmek (nsz) 1. Yanmaz, aydınlatmaz, parlamaz olmak:
"Son yıldız vadinin üstünde bir yanıp bir sönüyordu." -T. Buğra. 2. Parlaklığını, ışığını yitirmek. 3. Hava veya başka bir gaz ile şişirilmiş bir şeyin havası kaçıp şişkinliği inmek:
Balon söndü. 4.
jeol. Yanardağ etkinliğini yitirmek. 5.
mec. Duygular dinmek, yatışmak, etkisini yitirmek:
"Öfkeleri bir yaz fırtınası gibi birdenbire sönüverdi." -Ö. Seyfettin. 6.
mec. Gerilemek, parlaklık ve önemini yitirmek:
"Münakaşa tekrar eski hızını alamayarak biraz sonra söndü." -R. N. Güntekin. 7.
mec. Ses duyulmaz olmak. 8.
mec. Tükenmek, yok olmak, yitmek:
"Esmer lekeler, sönmüş sivilcelerden artakalan çukurlar, kabarcıklar yüzünü yayık ayranına çevirmiş." -S. Birsel.
tükenmek (nsz) 1. Bitmek, sona ermek, kalmamak:
"Vaktiyle yaşamış olan büyük musiki ustaları nesillerinin artık tükenmiş olduğu da söylenirdi." -A. Ş. Hisar. 2.
mec. Güçsüzleşmek, bitkinleşmek, yılgınlaşmak:
"İnsan sevdiği birini tükenmiş görmek istemez." -O. V. Kanık. 3.
mec. Verimliliğini yitirmek, söyleyecek sözü kalmamak:
"Yalnız kendi tecrübelerini yazmaya kalkan romancı çabuk tükenir." -H. E. Adıvar.
vazgeçmek (-den) 1. Kendi hakkı saydığı bir şeyi artık istemez olmak. 2. Eskiden beri yapmakta olduğu bir şeyi artık yapmaz olmak:
İçki alışkanlığından vazgeçtim. 3. Niyetten veya karardan dönmek, caymak:
"Günün bu son hazzını çıkarmadan ondan niçin vazgeçeriz?" -A. Ş. Hisar.
yaşamak (nsz) 1. Canlılığını, hayatını sürdürmek:
"Hiçbir şey yaşarken daha önemli değildir." -A. İlhan. 2. Sağ olmak:
Deden yaşıyor mu? 3. Varlığını sürdürmek:
Balıklar suda yaşar. 4. Oturmak, eğleşmek:
Köyde yaşamak. Şehirde yaşamak. 5. Geçinmek:
Bu kazançla yaşamak kolay değil. 6. Herhangi bir durumda bulunmak veya olmak:
Bekâr yaşamak. Tek başına yaşamak. 7. Görüp geçirmek, başından geçmek:
"Balkan Savaşı'nın bütün acılarını yaşamış bir ailenin kızıydı." -N. Cumalı. 8.
mec. Sürmek, devam etmek:
Onun anısı hep yaşayacak. 9.
mec. Varlıklı, endişesiz, hoş vakit geçirmek, keyif sürmek:
"Tek başına manevra yapan bir lokomotif rahatlığı ile hayatını yaşıyor." -H. Taner. 10.
mec. Keyfi yerine gelmek, mutlu olmak, işleri yolunda olmak:
Bu iş olursa yaşadık. 11.
mec. Bir durumu yaşar gibi olmak, bir durumla özdeşleşmek, duymak, hissetmek:
"Sen genç gibi yaşar, ihtiyar gibi ölürsün." -Ö. Seyfettin.
yazılmak (nsz) 1. Yazma işi yapılmak:
"Kusursuz şiirler öyle kolay kolay yazılmıyor." -A. Kabaklı. 2. Kendini bir yere yazdırmak, kaydolmak:
"İlk limanda gemici yazıldım." -Halikarnas Balıkçısı. 3.
(-e) mec. Birine tutulmak, sevmek.
yermek (-i) 1. Kötülüklerini söylemek, zemmetmek. 2. Birinin veya bir şeyin kusurlarını ortaya koymak, hicvetmek, övmek karşıtı. 3. Beğenmemek, hoşlanmamak, tiksinmek.