atlatmak (-i) 1. Atlama işini yaptırmak. 2. Basında başka ilgililerden önce bir haberin yayımlanmasını sağlamak. 3.
mec. Kötü bir durumu geçiştirmek, savmak:
"Bana sorarsanız işin en güç tarafını atlattık." -T. Buğra. 4.
mec. Başından savmak:
"Bu Kurul'u atlatıncaya kadar sesimi çıkarmayacağım." -M. Ş. Esendal. 5.
mec. Savsaklamak. 6.
mec. Aldatmak:
"Onları da ara sıra atlatanlar bulunur." -H. R. Gürpınar.
kazanç is. 1.
tic. Satılan bir mal, yapılan bir iş veya harcanan bir emek karşılığında elde edilen para, getiri, temettü:
Aylık kazanç. 2.
mec. Yarar, çıkar, kâr:
"Yarı keyif, yarı kazanç için balıkçılık sanatında karar kılmıştı." -S. F. Abasıyanık.
nan is. (na:nı) esk. Ekmek:
"Alçak, nan ve nimet nankörü hain!" -S. M. Alus.
nanıaziz is. (na:nıazi:zi) esk. Ekmek:
"Ah mübarek nimet, sana evvelden nanıaziz derlerdi." -H. R. Gürpınar.
savuşmak (nsz) 1. Bulunduğu yerden aceleyle, gizlice veya dikkati çekmeden ayrılmak:
"Valinin yerini öğrendiği gibi savuştu Bayram, İlyas'ı peşine takıp." -A. Kulin. 2. Hastalık veya başka kötü bir durum geçmek, iyileşmek.
serpmek (-i) 1. Bir şeyi dağılacak biçimde dökmek, saçmak. 2. Belli bir yere dağılacak biçimde dökmek:
"Buzlarını atıp karabiberlerini serptikten sonra kadehleri iyice karıştırdım." -N. Cumalı. 3.
(nsz) Yağmur veya kar azar azar, ince ince yağmak, serpiştirmek:
Yağmur serpiyor. Kar serpiyor. 4.
mec. Vermek, saçmak.
yemek(I)
is. 1. Yemek yeme, karın doyurma işi:
"Yemekten sonra gocuğuna sarar yatırırdı beni." -N. Cumalı. 2. Yenmek için pişirilip hazırlanmış yiyecek, aş, taam. 3. Günün belli saatlerinde yenilen besin:
"Yemek ya kahvaltıda ya da yemekte yenir. Arada bir şey yenmez." -H. Taner. 4. Konuklara yiyecek verilerek yapılan ağırlama:
"Pek protokolcü olduğu için yemek sessiz geçiyordu." -F. R. Atay.
yemek(II)
(-i) 1. Ağızda çiğneyerek yutmak:
"Adam o kadar çabuk yiyor ki hizmetçi ekmek yetiştiremiyor." -B. Felek. 2. Aşındırmak, kemirmek, oymak, delmek:
"Necla onun böyle kendinden geçercesine çalıştığını gördükçe üzüntüden tırnaklarını yiyor." -H. Taner. 3. Isırmak:
Sivrisinekler çocuğun kollarını yemiş. 4. Batmak, çizmek, kaşındırmak, dalamak. 5. Hoşa gitmeyen kötü bir duruma uğramak, tutulmak:
"Kendini topladı ama fena yerinden gagayı yedi sanırım..." -M. Ş. Esendal. 6.
(nsz) Hakkı olmayan ve kendisine yasak edilmiş bulunan bir şeyi kabul etmek:
Haram yemek. Rüşvet yemek. 7. Harcamak, tüketmek, bitirmek:
"Mirası sen yedin, zahmeti ben çekiyorum, diye latife ediyordu." -M. Ş. Esendal. 8. Yasal yoldan cezalandırılmak. 9. Birine alacağını vermemek, ödememek:
Bu adam benim yüz bin liramı yedi. 10. Başkasının parasını harcamak:
Dalkavuklar çok parasını yemişler. 11.
(nsz) Harcanmak, kullanılmak, sarf edilmek:
Yapımına başlanan bu yapı günde 5 ton çimento yiyor. 12. Sürekli üzmek, tedirgin etmek:
Bu dert beni yiyor. 13.
mec. Gücünü kırmak, perişan etmek, mahvetmek.
ziyan etmek1) yersiz, boş yere harcamak:
"Ah budala kız, gençliğinin kıymetini bilmiyorsun, güzelliğini ziyan ediyorsun." -S. M. Alus. 2) zarara uğramak.