gidiş is. 1. Gitme işi:
"Başka bir gidişinde Cenova'da dok işçileri grevdeydi." -N. Cumalı. 2. Gitme biçimi, tempo:
Bu gidişle ancak akşama varırız. 3.
mec. Tutum, durum, davranış:
"Âdettir, genç kızlar girdikleri ailenin terbiyesine, gidişine ayak uydururlar." -S. F. Abasıyanık.
haz is. 1. Hoşa giden duygulanma, hoşlanma, zevk. 2.
fel. Bir şeyden duyusal veya manevi sevinç duyma. 3.
müz. Ezgi. 4.
ruh b. Sürdürülmesi istenen ılımlı ve doygunluk veren coşku:
"Ömrünün en öfkeli veya buhranlı anlarında bile yaşamak hazzının parıltısı gözlerinden eksik olmazdı." -A. Ş. Hisar.
melodi is. (l ince okunur) müz. Ezgi:
"Biz bu melodileri ilk olarak Cemal Sahir operetlerinden duymuş, bellemiştik." -H. Taner.
nağme is. 1. Güzel, uyumlu ses, ezgi, melodi:
"Boyuna Arapçayı andırır bir nağme mırıldanıyor." -S. M. Alus. 2.
müz. Ezgi:
"Daha ilk nağmelerde meyhaneyi sarsan bir alkış tufanı koptu." -S. F. Abasıyanık. 3.
mec. Birinin yalandan ve nazlanarak söylediği söz.
sıkıntı is. 1. İşsizlik, tekdüzelik, bezginlik vb. sebeplerden doğan ruhsal yorgunluk, cefa, eziyet:
"İçinin sıkıntısını mümkün mertebe gizlemeye çalışarak, dereden tepeden konuşarak oyalandı." -P. Safa. 2. Bir bozukluğun, karışıklığın sebep olduğu etkili ve sürekli yorgunluk, mihnet:
"Sıkıntı ve ızdırapla sağa sola döndüm." -A. Gündüz. 3. Yokluk ve parasızlığın yol açtığı geçim darlığı:
"İhtiyarın bir para sıkıntısı içinde olduğunu o söylemeden ben keşfetmiştim." -S. F. Abasıyanık. 4. Bulunmama durumu:
"Yüklü servetini cömertçe harcamaması nedeniyle piyasada para sıkıntısı baş gösterdi." -İ. O. Anar. 5.
mec. Sorun, mesele, sendrom, problem:
"Atatürk öldüğü zaman Türkiye'nin ufak tefek sıkıntılar dışında hiçbir büyük problemi yoktu." -B. Felek.
tarz is. 1. Özel oluş veya davranış biçimi, üslup, stil, janr:
"Şimdi beni meraka düşürmek suretiyle yine aynı zevki başka tarzda çıkarmakla meşgul..." -R. H. Karay. 2. Bir kimsenin kendine özgü anlatım biçimi:
"Artık bu tarzda hayat hakları aramanın mevsimi geçtiğini sanıyorum." -N. F. Kısakürek. 3. Güzel sanatlarda üslup, stil, konsept:
Gotik tarzda bir yapı. Nedim tarzında bir gazel. 4. Biçim, yol.
tempo is. (te'mpo) 1.
müz. Bir müzik parçasındaki bölümlerin hızlarını belirtmek için kullanılan kelime, vuruş:
Bu melodinin temposu çok ağır, biraz daha hızlı çalınmalı. 2.
mec. Gidiş, ilerleyiş, gelişme hızı, tarz:
"Maiyetindekiler onun çalışma temposuna yetişemezlerdi." -H. Taner. 3.
sp. Vücut alıştırmalarının belirli süre içinde tekrarlanma hızı.
üzüntü is. Olması istenilmeyen olaylardan doğan ruh tedirginliği, teessür:
"Sesinde bir üzüntü hatta bir sitem sezdim." -A. Gündüz.
yol is. 1. Karada, havada, suda bir yerden bir yere gitmek için aşılan uzaklık, tarik. 2. Karada insanların ve hayvanların geçmesi için açılan veya kendi kendine oluşmuş, yürümeye uygun yer:
"Bahçeleri bahçelere toprak yollar bağlardı." -Ç. Altan. 3. Genellikle yerleşim alanlarını birbirine bağlamak için düzeltilerek açılmış ulaşım şeridi:
"Yolda oynayan çocuklara ne olduğunu sordu." -Ö. Seyfettin. 4. İçinden veya üstünden bir sıvının geçtiği, aktığı yer:
Su yolu. Sel yolu. 5. Yolculuk:
Yola çıkmak. Yoldan kalmak. 6. Gidiş çabukluğu, hız:
Bu vapurun yolu az. 7. Davranış, tutum, gidiş veya davranış biçimi:
"Celal Bey'i sakal bırakma yolunda, kim, hangi örnek özendirdi diye çok düşünmüşümdür." -H. Taner. 8. Uyulan ilke, sistem, usul, tarz, tarik:
Duyguların eğitimi de en iyi sanat yoluyla olur. 9. Kumaşta bulunan çizgi. 10. Kez, defa. 11.
mec. Gaye, uğur, maksat:
Bu yolda çok emek harcandı. 12.
mec. Bir amaca ulaşmak için başvurulması gereken çare, yöntem:
Bu işi yapmanın bir yolu vardır.