ayrılmak (-e) 1. Ayırma işine konu olmak:
"Geçen hafta, Akşehir'de Nasrettin Hoca törenine ayrılmıştı." -F. R. Atay. 2.
(-den) Bir yerden, bir kimseden, bir şeyden uzaklaşmak:
"Adamdan ayrılmak istediğini söyledi." -A. Ümit. 3.
(-den) Boşanmak:
"Artık senden saklamaya sebep kalmıyor. Ben, Remzi Bey'den ayrılıyorum." -R. N. Güntekin.
başlamak (-e) 1. Bir işe girişmek, harekete geçmek:
"Şairliğe on sekiz yaşında gazel ve rubailerle başlamıştı." -H. Taner. 2.
(nsz) Çalışır, işler, yürür duruma girmek:
"Bundan başka evlenme hayatı da oldukça başarılı başladı." -H. E. Adıvar. 3. Olmak, oluşmak, ortaya çıkmak, doğmak:
"Şiirimiz milletimizin Anadolu'daki teşekkülü ile başlar." -Y. K. Beyatlı. 4. Görünmek:
"Kasabanın kenar mahallelerinden sonra bir mezarlık başlardı." -S. F. Abasıyanık. 5. Etkisini göstermek:
"Kış başlarken yapraklar döküldü." -C. Uçuk. 6. Hoş olmayan bir davranışa koyulmak:
"Etraftaki çocuklar gene arsızlanmaya başladılar." -O. C. Kaygılı.
davranmak (nsz) 1. Bir kimseye veya bir şeye karşı belli tavır takınmak:
"Hiç gerekmezken dönüyor ve onu yeni görmüş gibi davranıyor." -T. Buğra. 2.
(-e) Bir şeye el atmak, girişmek:
"Onu örnek alan hamallar da camgöbeği takımın diğer parçalarına davrandılar." -E. Şafak. 3.
(-e) Bir işi yapmaya hazır olmak, hazırlanmak:
"Kalbine bu üzüntü düşünce duramadı, ayağa kalkıp gitmeye davrandı." -R. H. Karay.
doğrulmak (nsz) 1. Eğik veya eğri bir şey, düz bir duruma gelmek. 2. Oturan veya yatan bir kimse toparlanmak, dik bir duruma gelmek:
"Sırtı dönük orta yaşlı adam doğruldu." -Y. Atılgan. 3.
(-e) Yönelmek:
"Çocuk hızlı, paytak adımlarla parkın kapısına doğruldu." -S. F. Abasıyanık. 4.
mec. Yeniden güçlenmek, kalkınmak. 5.
hlk. Para sağlanmak, kazanılmak:
Nasıl, gündelik doğruldu mu? girişmek (-e) 1. Bir işi ele almak, bir işe teşebbüs etmek:
"Erkek arkadaşları ile sosyal nizam üzerinde sonu gelmeyen tartışmalara girişirdi." -H. Taner. 2. Kalkışmak. 3. Birbirine karışmak. 4.
mec. Dövmek. 5.
mec. Kavgaya tutuşmak.
kabarmak (nsz) 1. Ağırlığı artmadan hacmi büyümek:
Ekmek iyi kabardı. 2. Yağışlardan veya kaynamaktan taşmaya yüz tutmak:
"Çay birdenbire kabararak şosenin rampalarını aşar ve epeyce zararlara sebep olur." -R. N. Güntekin. 3. Niceliği artmak, büyümek:
Masraf kabardı. 4. Şişmek, genişlemek:
"İhtiyarın zayıf damarları kabarmış kıllı elleri dizlerinin üstündeydi." -P. Safa. 5. Hayvanların tüyleri dikilmek. 6. Kumaş üzerinde tüyler oluşmak, havlanmak:
Bu kumaş çabuk kabardı. 7. Islanıp veya ısınıp yerinden kurtulmak:
Masanın kaplaması kabardı. Dolabın boyası kabardı. 8. Deniz dalgalanmak, büyük dalgalar oluşmak. 9.
mec. Bulanmak. 10.
mec. Öfke, sevgi vb. duygular gittikçe güçlenmek:
"Bu olayı duyunca delikanlının yüreği öç alma duygusuyla kabarır." -N. Cumalı. 11.
(nsz, -e) mec. Kafa tutmak, öfkelenip üstüne yürüyecek gibi davranmak. 12.
mec. Böbürlenmek, gururlanmak:
"Kumandan, atını şahlandırarak hurra hurra diye kendisini alkışlayan keyifli halka boyun kırarak kabarıyordu." -Ö. Seyfettin.
taşınmak (nsz) 1. Taşıma işi yapılmak. 2.
(-e) Başka bir yere gitmek, göçmek:
"Evi gezdim pek beğendim, ne yapıp yapıp oraya taşınmalıyız." -P. Safa. 3.
(-e) Bir yere sık sık gitmek:
Bir ay mahkemeye taşındı. uçmak(I)
is. din b. esk. Cennet.
uçmak(II)
(nsz) 1. Kuş, kanatlı böcek vb. hareketli kanatları yardımıyla havada düşmeden durmak, havada yol almak:
"Biraz havalanıp bir başka kayaya kadar uçtu." -S. F. Abasıyanık. 2. Uçak vb. araçlar özel mekanizma ile yerden yükselmek, havada yol almak. 3. Sıvı, gaz veya buhar durumuna geçmek. 4. Rengi solmak:
"Rengi birdenbire uçtu." -P. Safa. 5. Rüzgâr veya başka bir itici güçle yerinden ayrılıp uzağa gitmek:
Bu gece tahta perde uçmuş. 6. Yüksek yerden düşmek veya yuvarlanmak. 7. Belirmek:
"Sakalı yeni çıkmış, yüzünde çocukça ifadeler uçuyordu." -S. F. Abasıyanık. 8. Patlayıcı madde ile parçalanmak. 9. Uçar gibi dalgalanmak:
"Elleri trençkotunun cebinde, gözlerini karşı kıyıya dikmiş, saçları savrulurcasına geriye uçuyor." -A. İlhan. 10. Çok hızlı gitmek:
"Hele bir asfalta çıkalım görürsünüz bey, derdi. Uçar bu bizim külüstür." -R. N. Güntekin. 11. Hava yolu ile gitmek:
Yarın İstanbul'a uçuyorum. 12.
mec. Yok olmak, ortadan kaybolmak:
"Bütün kararları uçmuştu. Yüzünde iradesiz hatlar belirdi." -S. F. Abasıyanık. 13.
mec. Çok sevinmek. 14.
argo Keyif verici veya uyuşturucu madde aldıktan sonra hayal âlemine dalıp gitmek. 15.
şaka Aşırılmak:
Bizim kitaplar uçmuş. 16.
din b. Dinî inanışa göre ruh ölümden sonra göğe yükselmek.
yeltenmek (-e) Yapamayacağı bir işe girişmek, özenmek, heves etmek, meyletmek:
"Bu cehaletinizi bilmeden muharrirliğe yelteniyorsunuz." -H. R. Gürpınar.