ayırmak (-i, -e) 1. Bölmek:
Elmayı dörde ayırmak. 2.
(-e, -den) Bir bütünden bir parçayı herhangi bir amaçla bir tarafa koymak, saklamak:
Çocuklara pastadan biraz ayırdım. 3. Bir yeri bir engelle bölmek. 4.
(-den) Birbirinden uzaklaştırmak. 5.
(-i) Nitelik değişikliğini anlamak, fark etmek. 6.
(-den, -e) Seçmek:
"Günün fıkralarından bu kitaba ayırdıklarım pek azdır." -F. R. Atay. 7.
(-i, -den) İki veya daha çok kimse arasındaki anlaşmayı, uzlaşmayı bozmak:
Karıyı kocasından ayırmak. 8.
(-i, -den) Farklı davranmak, fark gözetmek:
Çocuklarımın hepsini aynı derecede severim, onları hiç birbirinden ayırır mıyım? 9. Bir şey veya yeri, bir şey veya kimse için kullanmayı belirlemek, tahsis etmek:
Odayı çocuklara ayırmak. bırakmak (-i) 1. Elde bulunan bir şeyi tutmaz olmak. 2.
(nsz) Koymak:
"Mermer masaya bir yirmi beşlik bıraktı." -T. Buğra. 3. Bir işi başka bir zamana ertelemek:
Gezmeyi haftaya bıraktık. 4. Unutmak:
Acaba eldivenlerimi nerede bıraktım? 5. Bulunduğu yeri veya durumu değiştirmemek. 6. Saklamak, artırmak:
Paranın bir kısmını bırak! 7. Bir işin sorumluluğunu, yükümlülüğünü başkasına vermek, görevlendirmek:
"Cemal Paşa'da anlamadığı işi ehline bırakmak meziyeti vardı." -F. R. Atay. 8.
(nsz) Engel olmamak:
"Bırak, burasını benim defterimden okuyayım." -Ö. Seyfettin. 9. Sarkıtmak:
Saçlarını omzuna bırakmış. 10.
(nsz) Ölen, ayrılan birinden iş, kişi, nesne vb. şeyler kalmak:
"Hayata gözlerini kaparken ardında yedi yaşında bir oğul, on iki yaşında bir kız bırakıyordu." -C. Uçuk. 11. Bir alışkanlıktan veya bir işten vazgeçmek:
"Gerçekten sigarayı bıraktı, bıraktı ama huzuru da sükûnu da kalmadı." -H. E. Adıvar. 12.
(nsz) Uğraşmaz olmak, artık uğraşmamak:
"Bu yazarın bir de Fransızca kitabını almıştım ama sıkılmış bırakıvermiştim." -R. H. Karay. 13.
(nsz) Bıyık veya sakal uzatmak. 14.
(nsz) Özgürlük vermek, hürriyetine kavuşmasını sağlamak:
"Bıraksam acaba beyaz bir çift güvercin gibi uçarlar mı?" -R. H. Karay. 15. Boşamak:
"Bıraktıkları zevcelerini yine canları isterse tekrar alabilirler." -Ö. Seyfettin. 16. Kötü bir durumda terk etmek. 17. Ayrılmak, terk etmek:
"Mahalle arasındaki küçük dükkânını bırakarak karısını, şehrin başka bir tarafında bir eve yerleştirdi." -P. Safa. 18. Sınıf geçirmemek, döndürmek:
Öğretmen üç tembel çocuğu bıraktı. 19.
(-e) Bir pazarlıkta, belli bir fiyata vermeyi kabul etmek:
"Başkalarına on ikiye veriyoruz ama sana onar kuruştan bırakayım." -M. Ş. Esendal. 20.
(-i, -e) Bakılmak, korunmak için vermek:
Eşyamı size bırakacağım. 21.
(nsz) Yanına almamak, yanında götürmemek:
"Telgrafhanede bir zabit bırakarak işinin başına gitmesini rica ettim." -Atatürk. 22.
(-i, -e) Sahiplik hakkını başkasına vermek:
Bizim komşu bütün malını Kızılay'a bırakmış. 23.
(nsz) Yapışık olan bir şey yapışıklıktan kurtulmak. 24.
(nsz) Bulunduğu veya dokunduğu yerde bir şey oluşturmak, meydana getirmek:
İz bırakmak. Leke bırakmak. dokunmak(I)
(-e) 1. Nesnelerin sıcaklık, soğukluk, sertlik, yumuşaklık vb. niteliklerini derinin altındaki sinir uçları aracılığıyla duymak, değmek, el sürmek, temas etmek:
"Bir elektrik zilinin düğmesine dokunduk." -A. Haşim. 2. Karıştırmak:
Bu kâğıtlara kimse dokunmasın. 3.
(nsz) Almak, kullanmak, el sürmek:
"Buğdaydan, bulgurdan ne varsa kimse dokunmuyor, daha zor günlere saklıyordu." -N. Araz. 4.
(nsz) Sağlığını bozmak:
Bu yemek bana dokunur. Bu hava dokundu. 5. İnsanın içine işlemek, duygulandırmak, etkilemek, koymak, batmak:
"Hiçbir gözyaşının bana onunkiler kadar dokunduğunu hatırlamıyorum." -R. N. Güntekin. 6. İlişkin, ilgili olmak, değinmek:
Eğitim konusuna dokunan bir yazı. 7. Hafifçe değmek:
Rüzgâr estikçe dal antene dokunuyor. 8. Onur, anlayış vb. ile uyuşmaz bir durum ortaya çıkmak:
"Erkekte pudra sinirime dokunuyor diyorum, anlamıyorsun." -P. Safa. 9.
mec. Tedirgin etmek, sataşmak:
"Bu karıncaya dokunmayan çocuk o kocaman adamın oracıkta pestilini çıkaracaktı." -S. F. Abasıyanık.
dokunmak(II)
(nsz) Dokuma işi yapılmak:
Halılar dokundu. eklemek (-i) 1. Bir şeyi ekle tamamlamak, ulamak, ilave etmek:
"Bahçeye doğru bir çıkma mutfak yaptırmış, bu koca balkonu eklemiştir." -T. Buğra. 2.
(-i, -e) Bir şeyi ek olarak kullanmak:
Bu kumaşı örtüye eklemeli. etkilemek (-i) 1. Etkiye uğratmak, tesir etmek:
"Toplumu etkileyen olaylara herkes kendi yorumunu katıyor." -N. Cumalı. 2. Karşısındaki kişiyi kendi duygu ve istekleri doğrultusuna yöneltmek.
katmak (-i, -e) 1. Bir şeyin içine, üstüne veya yanına, niteliğini değiştirmek veya niceliğini artırmak için başka bir şey eklemek, karıştırmak:
Sirkeye su katmak. 2. Bir araya getirmek:
"Fadime, bu yavru bolluğu arasında kuzuları çocuklara ve çocukları kuzulara katarak en olgun bir saadet içinde yaşamış." -H. E. Adıvar. 3. Birlikte göndermek:
Kafileye muhafız katmak. 4.
hlk. Döllenmeyi sağlamak için erkek hayvanı dişinin yanına salmak.
terk etmek1) bırakmak, ayrılmak; 2) salıvermek, vazgeçmek; 3) bakmamak, ihmal etmek.