çetin sf. Amaçlanan duruma getirilmesi, elde edilmesi, çözümlenmesi, işlenmesi güç veya engeli çok olan, zor, müşkül:
"Mühendislerin ayakları doğayı yokluyordu, onunla daha çetin bir savaşa hazırlanıyorlardı." -A. Ağaoğlu.
fena(I)
sf. (fena:) 1. İyi nitelikte olmayan, kötü:
"Rüşvet aslında fena şeydir fakat daha fenası rüşvet ayıplığını kaybetmişliktir." -B. Felek. 2. Üzücü:
"Bu savaş yılları o kadar fena ve ağır felaketler öğretmişti ki..." -H. E. Adıvar. 3. İstenilen ve gereken nitelikte olmayan (kimse):
Fena bir öğrenci. 4. Hoşa gitmeyen, rahatsız edici:
"Fena günler yaşadığına inanmak için bin şahit lazım." -R. H. Karay. 5. Davranışları toplumun ahlak anlayışına uymayan:
"Siz fena adamsınız, odanıza geldiğime bin kere pişman oldum." -P. Safa. 6.
zf. Çok:
"Tenis oynarken bileğim burkuldu, berbat, fena acıyor." -P. Safa.
fena(II)
is. (fena:) esk. Ölümlülük.
güçlü sf. 1. Gücü olan, kuvvetli, yavuz:
"Kalın gövdeli, güçlü bir ihtiyardı." -A. Kutlu. 2. Şiddeti çok olan. 3.
mec. Etkisi, önemi büyük olan, sözü geçer, forslu:
"Sanırım uzun zaman kimliğini korumak, güçlü kalabilmek için direndi." -R. Mağden. 4.
mec. Nitelikleri ile etki yaratan, etkili:
"Bu denli güçlü bir aşkı bundan sonra da önleyemeyeceğimi biliyordum." -A. Ümit.
güzel sf. 1. Göze ve kulağa hoş gelen, hayranlık uyandıran, çirkin karşıtı:
Güzel kız. Güzel çiçek. Yalının en güzel odası bizimdi. 2. İyi, hoş:
"Güzel şey canım, milletvekili olmak!" -Ç. Altan. 3. Beklenene uygun düşen ve başarı düşüncesi uyandıran:
Güzel bir fırsat. 4. Soyluluk ve ahlaki üstünlük düşüncesi uyandıran:
Güzel duygular. Güzel hareketler. 5. Görgü kurallarına uygun olan. 6. Sakin, hoş (hava):
Güzel bir gece. 7. Okşayıcı, aldatıcı, kandırıcı:
Güzel vaatler. 8. Pek iyi, doğru:
Güzel güzel amma! 9.
is. Güzel kız veya kadın. 10.
is. Güzellik kraliçesi. 11.
zf. Hoşa giden, beğenilen, iyi, doğru bir biçimde:
Güzel konuştu. 12.
zf. Adamakıllı, şiddetli:
": Karıkoca bu kuzu yüzünden güzel bir kavga ettiler." -Ö. Seyfettin.
iyi sf. 1. İstenilen, beğenilen nitelikleri taşıyan, beğenilecek biçimde olan, kötü karşıtı:
"Bir aralık iyi fal bildiğimi haremde duyurdum." -F. R. Atay. 2. Bol, yararlı, kazançlı:
İyi yağmur yağdı. 3. Çok:
İyi para kazandı. 4. Uğurlu, hayırlı, iyilik getiren:
İyi haber. 5. Esen, sağlıklı:
"İyi ve sıhhatli olduğumu bildirebilirsiniz." -N. F. Kısakürek. 6. Yerinde, uygun:
İyi bir cevap. 7. Doğru olan:
İyisi bu işe karışmamaktır. 8. Yeterli, yetecek miktarda olan:
Bu yün, hırka için iyidir. "Annemin simasını şimdi iyi hatırlayamıyorum." -Y. K. Beyatlı. 9.
is. Öğrencinin değerlendirilmesinde kullanılan orta ile pekiyi arasındaki not. 10.
zf. İstenilen, beğenilen, yerinde, yararlı, uygun bir biçimde:
İyi konuştu. "Bunun çocukları iyi çıktıkları için ölünceye kadar babalarına bakmışlar." -M. Ş. Esendal.
kötü sf. 1. İstenilen, beğenilen nitelikte olmayan, hoşa gitmeyen, fena, iyi karşıtı:
"Hamakat, dalalet ve kötü niyetin bu kadarına söylenebilecek bir şey yoktur." -N. F. Kısakürek. 2. Zararlı, tehlikeli:
Kötü adam. 3. Korku, endişe veren:
"Yabancının bu kötü kastına yalnız azmimizle karşı koyduk." -R. E. Ünaydın. 4. Kaba ve kırıcı:
"Kızına söylemedik kötü lakırtı bırakmamış." -M. Ş. Esendal. 5. Kişi veya toplum üzerinde olumsuz etkileri olan. 6.
zf. Aşırı, çok:
Kız, oğlana kötü tutuldu.