ağız(I)
is. 1.
anat. Yüzde, avurtlarla iki çene arasında bulunan, ses çıkarmaya, soluk alıp vermeye yarayan ve besinlerin sindirilmeye başlandığı organ. 2. Bu boşluğun dudakları çevreleyen bölümü:
Küçük bir ağız. 3. Kapların veya içi boş şeylerin açık tarafı:
"Ağızları kopmuş bir çay takımının arasına gizlenmiş, koyu renkli bir cildi oradan alarak bana uzattı." -H. R. Gürpınar. 4. Bir akarsuyun denize veya göle döküldüğü yer, munsap:
Çay ağzı. 5. Koy, körfez, liman vb. yerlerin açık tarafı:
Körfezin ağzı. 6. Çıkış yeri:
"Şimdi tünelin ağzında değilim artık." -A. Ağaoğlu. 7. Birkaç yolun birbirine kavuştuğu yer, kavşak. 8. Kesici aletlerin keskin tarafı:
"Çelik ağızlı, küçük gül makasını kâğıdından çıkardı." -R. H. Karay. 9. Üslup, ifade biçimi:
"Ertesi günü bazı gazeteler bu haberin bir noktasını yarı resmî bir ağızla tekzip ettiler." -T. Buğra. 10. Uç, kenar:
Topun ağzında. Uçurumun ağzında. 11.
dil b. Aynı dil içinde ses, şekil, söz dizimi ve anlamca farklılıklar gösterebilen, belli yerleşim bölgelerine veya sınıflara özgü olan konuşma dili:
"Anlaşılmaz, garip köylü ağızlarıyla konuşuluyordu." -S. F. Abasıyanık. 12.
müz. Bir bölge ezgilerinde görülen özelliklerin tümü.
ağız(II)
is. Yeni doğurmuş memelilerin ilk sütü.
alın is. 1. Yüzün, kaşlarla saçlar arasındaki bölümü. 2. Bazı şeylerin önü, ön yüzü. 3. Karşı:
Güneşin alnında durma. 4.
mdn. Bir ocakta her türlü ayak, galeri, baca, kuyu ve yolun ilerletilmekte olan yüzeyi.
başta zf. 1. İlk olarak:
"Arabacı mola verdiği zaman başta o büyük kızla büyük oğlan olmak üzere çocuklar aşağı atladı." -O. C. Kaygılı. 2. Özellikle.
burun is. 1.
anat. Alınla üst dudak arasında bulunan, çıkıntılı, iki delikli koklama ve solunum organı. 2. Bazı şeylerin ön ve sivri bölümü:
"Kadıköy vapurunun güvertesinde, paltoma bürünmüş, gidip ta burna oturmuştum." -H. Taner. 3.
mec. Kibir, büyüklenme:
Burnundan yanına varılmıyor. 4.
coğ. Karanın, özellikle yüksek ve dağlık kıyılarda, türlü biçimlerde denize uzanmış bölümü.
çehre is. 1. Yüz (II):
"Ben şimdi o güzel çehreden başka / Ne bir yüz düşünür ne hatırlarım" -N. H. Onan. 2.
mec. Görünüş. 3.
mec. Kimlik:
"Şehrin etnik çehresi de bizim için az çok meçhuldür." -A. H. Tanpınar. 4.
mec. Somurtkanlık.
göz is. 1.
anat. Görme organı. 2. Bazı deyimlerde, görme ve bakma:
Gözden geçirmek. Gözden kaybolmak. Göz önünde. Gözü keskin. 3. Oda:
"Şu fakir mahallede bir göz evim olsaydı / Nasıl sevinç içinde çıkardım şu yokuşu." -Z. O. Saba. 4. Bakış, görüş:
Bu sefer alacaklı gözüyle baktım. 5. Suyun topraktan kaynadığı yer, kaynak:
"Asıl felaket bu pınara sırt çevirmek, bu pınarın gözlerine taş tıkamak değil de ne olurdu?" -T. Buğra. 6. Delik, boşluk:
İğnenin gözü. "Köprünün gözleri karış karış kazılmıştır." -S. F. Abasıyanık. 7. Çekmece:
Masanın gözleri. 8. Terazi kefesi. 9. Nazar:
"İnsanı gözle yiyip bitirirler." -Ö. Seyfettin. 10. Sevgi, ilgi, gönül bağlantısı:
Gözden düşmek. Göze girmek. 11. Ağacın tomurcuk veren yerlerinden her biri:
Göz aşısı. 12. Bölüm, hane:
Dama tahtasında altmış dört göz vardır. 13. Bazı yaraların uç bölümü:
Çıbanın gözü. nedeniyle zf. (nedeni'yle) -den ötürü, -den dolayı, dolayısıyla, sebebiyle, hasebiyle, haysiyetiyle.
sebebiyle zf. (sebebi'yle) Nedeniyle:
Hırçınlığı sebebiyle hiçbir yerde tutunamıyor. sima is. (si:ma:) 1. Yüz (II):
"Beni bu sima altında tanımazsın." -H. C. Yalçın. 2. Kimse, insan, tip:
"Eski tanıdığımız simalar bize şimdi, ne kadar uzak görünüyorlar." -Y. K. Karaosmanoğlu.
taraf is. 1. Ön, arka, sağ, sol, üst, alt vb. yanların her biri:
"Apartmanın temizliğine azami dikkat edilecek, her taraf pırıl pırıl olacak." -E. Şafak. 2. Yön, yan, doğrultu:
"Deniz tarafındaki çayırdan bir sürü koyun geçiyor." -M. Ş. Esendal. 3. Yöre, yer:
"Üsküdar tarafındaki evlerin camları kor gibi parlıyordu." -H. Taner. 4. İstekleri, düşünceleri karşıt olan iki kişiden veya iki topluluktan her biri:
Karşı tarafın adamları. 5. Bir kişinin soyundan gelenlerin hepsi:
Baba tarafı zengin. 6. Bir şeyin belli bölümü, kısmı:
Tiyatronun ön tarafı konuklara ayrıldı. utanma is. Utanmak durumu, teeddüp:
"İradesizliğimden utanma duymamaya da alıştım." -R. H. Karay.
yan is. 1. Bir şeyin ön, arka, alt ve üst dışında kalan bölümü:
"Yolcuların girdiği iskele yanından kendini denize attı." -M. Ş. Esendal. 2. Sağ ve solun ortak adı, yön, taraf, cihet:
"Yaşlı garson yanımıza geldi." -Y. K. Karaosmanoğlu. 3. Yer. 4. Üst. 5. Birlikte, beraberinde olma:
"Bir ara acıkıp yanlarında getirdikleri ekmek peyniri yediler." -N. Cumalı. 6. Bedenin bir bölümü:
Sağ yanına inme inmiş. 7.
sf. Üstte, altta, arkada veya önde olmayan. 8.
sf. İkinci derece olan:
İlacın yan etkileri. 9.
sf. Tali:
"Siyasi partiler kadın kolu, gençlik kolu ve benzeri şekilde ayrıcalık yaratan yan kuruluşlar meydana getiremezler." -Anayasa. 10.
zf. Bir tarafa yönelerek. 11.
mec. İstekleri karşıt olan iki kişiden veya topluluktan biri. 12.
ask. Savaş düzenindeki ordunun iki kanadından her biri. 13.
mat. Bir denklemde "=" işaretiyle ayrılmış olan iki anlatımdan her biri. 14.
sp. Futbol veya hentbolda, topun, alanın yan çizgileri dışına çıkması, taç (II).