aykırı sf. 1. Alışılmışa, doğru olarak kabul edilmişe uygun olmayan, karşıt, ters, mugayir:
"Gene de anlamın ne olduğunu çepeçevre bilmiyoruz dersem gerçeğe aykırı birşey demiş olmam." -N. Uygur. 2. Çapraz, ters. 3. Toplumda görüş ve yaşayış biçimiyle uçlarda bulunan (kimse), marjinal. 4.
mec. Gidilen yol üzerinde olmayıp gidiş yönüne ters düşen:
"Burası Ankara'ya iki günöte, ana yollardan aykırı küçük bir kasabaydı." -R. H. Karay. 5.
mat. Bütün noktaları aynı düzlemde bulunmayan.
bozuk(I)
is. 1. Madenî para, bozuk para:
"Hiç olmazsa birkaç kuruş bozuk ver!" -M. Ş. Esendal. 2.
sf. Bozulmuş olan:
"Daracık ve bozuk kaldırımlardan çamurlu sular akıyordu." -T. Buğra. 3.
sf. Görevini yapamaz duruma gelmiş (organ):
"Ağzındaki birkaç bozuk dişten şüphe ettim." -R. N. Güntekin. 4.
sf. mec. Kötümser, gergin, huzursuz, karışık:
"Bozgun sırasında Ankara'da meclisin havası pek bozuktu." -F. R. Atay. 5.
sf. mec. Kızgın, sıkıntılı:
"Süleyman'ı adada yüzü o kadar bozuk ve korkunç buldu ki." -H. E. Adıvar.
bozuk(II)
is. müz. Türk halk müziğinde, bağlamadan biraz büyük ve meydan sazından küçük dokuz telli bir saz.
büyüklük is. 1. Büyük olma durumu, ululuk:
"Bu büyüklük değil ancak mertçe bir davranıştır." -N. Araz. 2.
mec. Büyüklere yaraşır bağışlayıcı davranış.
eğri sf. 1. Doğru veya düz olmayan, bir noktasında yön değiştiren, çarpık, münhani, doğru karşıtı:
Eğri bir yol. 2. Yay gibi kavislenmiş, eğmeçli, mukavves:
Eğri kılıç. 3. Yatay veya düşey olmayan, bütünüyle bir yana eğilmiş bulunan, eğik, mail:
Eğri bir masa. 4.
zf. Yanlış bir biçimde:
"Gazetecilik bu oğlum, eğri, doğru yazılıp çıkmalı." -M. Ş. Esendal. 5.
is. Bir olayın şiddetindeki azalış ve çoğalışları gösteren çizgi:
Sıcaklık eğrisi. Hava nemi eğrisi. 6.
is. mat. Doğru veya düz olmayan çizgi, yüzey.
kutur is. mat. esk. 1. Daire ve kürede çap. 2. Köşegen.
ölçek is. 1. Birim kabul edilen herhangi bir şeyin alabildiği kadar ölçü. 2.
sf. Bu ölçü miktarında olan:
İki ölçek buğday. 3. Tahıl ölçmeye yarar kap, kile. 4.
coğ. Bir harita veya resimde görülen uzaklıklarla bunların işaret ettiği, karşılandığı gerçek uzunluklar arasındaki oran:
Yüz binde bir ölçeğinde bir harita. 5.
fiz. Bir ölçü aletinin üzerinde çizgilerle ayrılmış bölüm, kadran. 6.
esk. Dört okkaya eşit ağırlık ölçüsü.
ölçü is. 1. Bir niceliği, o nicelik için kabul edilmiş birimlerden birine göre oranlayarak değerlendirme, mizan. 2. Bu değerlendirmede kullanılan birim, ölçme birimi:
"Ziyanımız, ölçülere sığmayacak kadar büyüktür." -R. E. Ünaydın. 3. Ölçme sonucu bulunan rakam:
Odanın ölçüsü. 4. Belirlenmiş boyut:
Elbise ölçüsü. Bel ölçüsü. 5. Ölçüt. 6.
mec. Değer, itibar:
"Şimdiki ölçülere uymaz bir biçimi vardı." -Y. Z. Ortaç. 7.
mec. Aşırı olmama, ılımlı, uygun olma durumu:
Hiçbir şeyde ölçüyü aşmamalı. 8.
ed. Bir şiirdeki dizelerin hece ve durak bakımından denk oluşu, vezin. 9.
müz. Bir ezginin eşit bölümlere ayrılışı.