esmer is. 1. Siyaha çalan buğday rengi. 2. Kurşuni renk:
 "Sazlı köyü ayaklandığı zaman gökyüzü daha esmerdi." -T. Buğra. 3.
 sf. Bu renkte olan. 4.
 sf. Teni ve saçları karaya çalan, koyu buğday rengi olan (kimse), yağız:
 "Üzülüyor ama üzüntüsü, kızının esmer güzeli olmasına..." -S. F. Abasıyanık.
 iftira is. (iftira:) Bir kimseye kasıtlı ve asılsız suç yükleme, kara çalma, bühtan:
 "Kaynağını iftiradan ve yalandan alır." -N. Hikmet.
 kötü sf. 1. İstenilen, beğenilen nitelikte olmayan, hoşa gitmeyen, fena, iyi karşıtı:
 "Hamakat, dalalet ve kötü niyetin bu kadarına söylenebilecek bir şey yoktur." -N. F. Kısakürek. 2. Zararlı, tehlikeli:
 Kötü adam. 3. Korku, endişe veren:
 "Yabancının bu kötü kastına yalnız azmimizle karşı koyduk." -R. E. Ünaydın. 4. Kaba ve kırıcı:
 "Kızına söylemedik kötü lakırtı bırakmamış." -M. Ş. Esendal. 5. Kişi veya toplum üzerinde olumsuz etkileri olan. 6.
 zf. Aşırı, çok:
 Kız, oğlana kötü tutuldu. leke is. 1. Kirliliği gösteren iz:
 "Adi madenî kol düğmeleri bunları yeşilimtırak bir leke ile kirletirdi." -A. Ş. Hisar. 2. Bir yüzeyde türlü sebepler dolayısıyla oluşan farklı renk:
 "Kuyruğunun ucu ile alnının orta yerinde beyaz lekeler vardı." -Ö. Seyfettin. 3.
 biy. Vücudun herhangi bir yerinde oluşan değişik renk. 4.
 mec. Yüz kızartacak durum, namussuzluk, kara, şaibe:
 "Kendi vicdanında kendi durumunu düzeltmek, geçmişin lekesini yıkamak istiyordu." -H. E. Adıvar. 5.
 gök b. Güneş, ay, yıldız veya herhangi bir gezegenin parlak yüzeyinde görülen karanlık bölüm.
 sıkıntılı sf. 1. Sıkıntısı olan:
 "Ağrılar kesilmeyince çok sıkıntılı vaziyete düştüm." -R. N. Güntekin. 2. Sıkıntı veren, çileli, kasvetli, meşakkatli, mukassi:
 "Son birkaç yılındaki oldukça sıkıntılı durumu bir yana bırakılacak olursa maddi bakımdan rahat, ortanın epey üstünde bir hayatı olmuştur." -A. Ş. Hisar.
 toprak is. 1. Yer kabuğunun, toz durumuna gelmiş türlü kütle kırıntılarıyla, çürümüş organik cisimlerden oluşan ve canlılara yaşama ortamı sağlayan yüzey bölümü:
 Kara toprak. Kireçli toprak. Killi toprak. 2.
 sf. Yer kabuğunun bu bölümünden yapılmış:
 "İki toprak duvarın birleştiği bir girintide diz üstü büzülmüş görünüyor." -M. Ş. Esendal. 3. Arazi, tarla:
 Köylüye toprak dağıtmak. 4.
 jeol. Kara:
 Toprağa ayak basmak. 5.
 mec. Ülke:
 "Bu toprak bizimdir, içinde yabancının işi yok." -R. E. Ünaydın.
 uğursuz sf. Kendinde uğursuzluk bulunan, yomsuz, kadersiz, meymenetsiz, menhus, musibet, meşum:
 "Kendince uğursuz saydığı işlerden birini işlemiş olmasından korktu." -M. Ş. Esendal.