biçim(I)
is. Biçme işi:
"Ekim biçim işlerini tamamıyla kadınlara bırakmışlardı." -Ö. Seyfettin.
biçim(II)
is. 1. Bir nesnenin dış çizgileri bakımından niteliği, dıştan görünüşü, şekil, eşkal:
"İtalya elçiliği bugüne değin ilk biçimini korumuştur." -S. Birsel. 2. Yakışık alan şekil, uygun şekil:
"Söylediklerimden çok, söyleyiş biçimi etkili oluyor kalabalığın üstünde." -A. İlhan. 3. Herhangi bir şeyin benzeri. 4. Sanat ve edebiyat eserlerinde dış görünüş, form. 5. Tarz:
"İngiliz biçimi ceketler, sıcak iklimler için yapılmış kısa pantolonlar." -F. R. Atay. 6.
bl. Yazı ve simgelerin bilgisayarda kullanılmaya elverişli çerçevesi, düzeni, format. 7.
bl. Disket vb.nin bilgisayarda kullanılabilir durumu. 8.
ed. Şiirlerin kuruluş ve uyak düzenlerine göre olan dış görünüşü, şekil:
Gazel, mesnevi, rubai, sone birer şiir biçimidir. çehre is. 1. Yüz (II):
"Ben şimdi o güzel çehreden başka / Ne bir yüz düşünür ne hatırlarım" -N. H. Onan. 2.
mec. Görünüş. 3.
mec. Kimlik:
"Şehrin etnik çehresi de bizim için az çok meçhuldür." -A. H. Tanpınar. 4.
mec. Somurtkanlık.
fotoğraf is. 1. Çeşitli araç ve malzeme kullanarak görüntüyü özel bir yüzey üzerinde sabitleme. 2. Bu yöntemle aktarılarak çoğaltılan resim, foto:
"Bir de yadigâr olmak üzere fotoğraf bıraktı." -Ö. Seyfettin.
görünüş is. 1. Görünme işi. 2. Gözün ilk bakışta veya zihnin dolaysız olarak algıladığı şey. 3. Gerçeğe uymayan dış görüntü, zevahir:
Görünüşe aldanmamalı. 4. Bulunulan bir yerden görülebilen alan, görünüm, manzara:
"Van gölünün görünüşü eşsizdi." -N. Cumalı. 5.
db. Fiillerin belirttiği oluşların süresi, gelişmesi ve bitmesiyle ilgili bütün biçimleri kapsayan dil bilgisi kategorisi:
Atıldı atılacak, düştü düşecek; gelmiş olmak, gidecek olmak. nüsha is. 1. Birbirinin tıpkısı olan yazılı şeylerin her biri:
Bu yazma eserin üç nüshası daha var. 2. Gazete, dergi vb.nde sayı:
"Geçende Sarıkamış'ta çıkan Varlık gazetesinin bir nüshası geldi." -F. R. Atay. 3.
sf. Benzer, aynı, kopya.
resim is. 1. Varlıkların, doğadaki görünüşlerinin kalem, fırça gibi araçlarla kâğıt, bez vb. üzerinde yapılan biçimleri:
"Konulu resim parçaları kendiliğinden ve doğru olarak yan yana gelivermiş, hikâye ortaya çıkmıştı." -T. Buğra. 2. Bunu yapmak için gerekli yöntemleri öğreten sanat:
"Türkiye'de resim bir müddetten beri soysuz bir sanat hâline gelmeye başladı." -O. S. Orhon. 3. Fotoğraf:
"Güzel İnebolu kızı, duvara yapıştırılan Gazi'nin resmine uzun uzun baktı." -A. Gündüz. 4.
huk. Bazı eşyadan ve işlerden alınan vergi veya harç:
"Osmanlı Devleti'nin birçok vergi ve resimleri bu yüzden doğrudan doğruya yabancı alacaklıların cebine gider." -Y. K. Karaosmanoğlu. 5. Tören.
tarz is. 1. Özel oluş veya davranış biçimi, üslup, stil, janr:
"Şimdi beni meraka düşürmek suretiyle yine aynı zevki başka tarzda çıkarmakla meşgul..." -R. H. Karay. 2. Bir kimsenin kendine özgü anlatım biçimi:
"Artık bu tarzda hayat hakları aramanın mevsimi geçtiğini sanıyorum." -N. F. Kısakürek. 3. Güzel sanatlarda üslup, stil, konsept:
Gotik tarzda bir yapı. Nedim tarzında bir gazel. 4. Biçim, yol.
yol is. 1. Karada, havada, suda bir yerden bir yere gitmek için aşılan uzaklık, tarik. 2. Karada insanların ve hayvanların geçmesi için açılan veya kendi kendine oluşmuş, yürümeye uygun yer:
"Bahçeleri bahçelere toprak yollar bağlardı." -Ç. Altan. 3. Genellikle yerleşim alanlarını birbirine bağlamak için düzeltilerek açılmış ulaşım şeridi:
"Yolda oynayan çocuklara ne olduğunu sordu." -Ö. Seyfettin. 4. İçinden veya üstünden bir sıvının geçtiği, aktığı yer:
Su yolu. Sel yolu. 5. Yolculuk:
Yola çıkmak. Yoldan kalmak. 6. Gidiş çabukluğu, hız:
Bu vapurun yolu az. 7. Davranış, tutum, gidiş veya davranış biçimi:
"Celal Bey'i sakal bırakma yolunda, kim, hangi örnek özendirdi diye çok düşünmüşümdür." -H. Taner. 8. Uyulan ilke, sistem, usul, tarz, tarik:
Duyguların eğitimi de en iyi sanat yoluyla olur. 9. Kumaşta bulunan çizgi. 10. Kez, defa. 11.
mec. Gaye, uğur, maksat:
Bu yolda çok emek harcandı. 12.
mec. Bir amaca ulaşmak için başvurulması gereken çare, yöntem:
Bu işi yapmanın bir yolu vardır. yüz(I)
is. 1. Doksan dokuzdan sonra gelen sayının adı. 2. Bu sayıyı gösteren 100 ve C rakamlarının adı. 3.
sf. On kere on, doksan dokuzdan bir artık. 4. Kere, kat vb. kelimeler ile birlikte kullanılarak yapılan işin çokluğunu abartılı bir biçimde anlatan söz:
"Hikmet Bey'in kurum ve edası, her zamankinden belki yüz kat üstündü." -S. M. Alus.
yüz(II)
is. 1. Başta, alın, göz, burun, ağız, yanak ve çenenin bulunduğu ön bölüm, sima, çehre, surat:
"Bir güzel çocuk yüzüyle gülümsüyor." -S. F. Abasıyanık. 2. Yüzey:
Suyun yüzünde. 3. Kesici araçlarda ağız:
Bıçağın keskin yüzü. 4. Bir kumaşın dikiş sırasında dışa getirilen gösterişli bölümü. 5. Yorgana ve yastığa geçirilen kılıf. 6. Bir şeyin görünen bölümünde kullanılan kumaş:
Yorgan yüzü. Kanepenin yüzü. 7. Birinin görülegelen veya umulan hoşgörürlüğüne güvenilerek gösterilen cüret:
Ne yüzle? Yüzü olmamak. 8. Nedeniyle, sebebiyle:
"Bu yüzden Fuat Köprülü ile çatışmaya başlamışlardı gazetelerde." -Y. Z. Ortaç. 9. Yan, taraf. 10. Bir yapının dışa bakan düşey yüzeylerinin her biri:
Ön yüz. Yan yüz. Arka yüz. 11.
mec. Utanma:
Adamda yüz yok ki!