andırmak (-i) Benzer yanları bulunmak, çağrıştırmak:
"Avrupa'nın ikinci, üçüncü derecedeki otellerini andıran birkaç otel de taştandır." -S. Birsel.
aramak (-i) 1. Birini veya bir şeyi bulmaya çalışmak:
"Dükkânın içinde gözleriyle bir şeyler aradı." -S. F. Abasıyanık. 2. Araştırmak, yoklamak:
Ceplerini aramak. 3. Ziyarete, hatır sormaya gitmek:
"Bir kere düştün mü ne arayan olur ne soran!" -B. Felek. 4. Bir şeyin yokluğunu duyarak geri gelmesini istemek, özlemek:
"Seni çok arıyorum, Ziyacığım." -C. S. Tarancı. 5. Önem verip istemek:
Ben böyle şeyleri aramam. 6.
mec. Şart koşmak.
beslemek (-i) 1. Yiyecek ve içeceğini sağlamak:
"Okulun artıklarıyla otuz kişiden fazla insan besliyorduk." -H. E. Adıvar. 2. Yedirmek:
"Pembe ekmekler kızartacak, üstlerine tereyağı, reçel, havyar sürecek, onu eliyle besleyecekti." -H. E. Adıvar. 3. Semirtmek. 4. Eklemek, katmak, çoğaltmak:
"Ateş zayıfladıkça besliyor, ateşe gömdükleri mısırlar piştikçe misafirin eline tutuşturuyorlardı." -N. Cumalı. 5. Bir şeyi korumak veya sağlamca durmasını sağlamak için çevresini veya altını desteklemek, doldurmak, pekiştirmek:
"Bacaklarımızın altını iki sabun çuvalı ve atların yem torbalarıyla besleyerek sırtüstü yattık." -R. N. Güntekin. 6. Yetiştirmek:
"Herkes kanarya, kedi, köpek beslemez ya!" -H. Taner. 7.
mec. Bir duyguyu gönülde yaşatmak:
"Uzun müddetten beri şiddetle beslediği bir histi." -Y. K. Beyatlı. 8.
mec. Maddi yardım yapmak, desteklemek.
denemek (-i) 1. Değerini anlamak, gerekli niteliği taşıyıp taşımadığını bulmak için bir insanı, bir nesneyi veya bir düşünceyi sınamak, tecrübe etmek:
"Gelecek ise daha denemediğimiz zaman kesitidir." -N. Uygur. 2. Bir işe, başarmak amacıyla başlamak, girişimde bulunmak, teşebbüs etmek:
"Ayağa kalkarak üç adım ötedeki musluğa kadar gitmeyi denedi." -P. Safa.
gözetmek (-i) 1. Korumak, bakmak, özen göstermek, himaye etmek:
Büyük kardeşler küçükleri gözetir. 2. Önem vermek, göz önünde bulundurmak, ayrı tutmak. 3.
(nsz) Kollamak, beklemek:
Fırsat gözetmek. Uygun bir zaman gözetmek. 4. Bir sonuca giderken bütün ayrıntı ve etkenleri dikkate almak. 5. Kayırmak.
ilgilenmek (-le) 1. Birine karşı yakınlık duymak veya göstermek, alakalanmak:
"Tarlaları gezdim, okuluma gittim, çocukları tanıdım, köylülerle ilgilendim." -H. E. Adıvar. 2. Bir şeye karşı merak duymak:
Arkadaşım yeni buluşlarla ilgileniyor. 3.
(nsz) Bir konu üzerinde çalışmak, uğraşmak, bir şeyi çekici bulmak:
"Okulda ilgilendiği tek ders İngilizceydi." -N. Cumalı.
incelemek (-i) Bir işi veya bir şeyi ele alıp özelliklerini, ayrıntılarını inceden inceye, özenle anlamaya, öğrenmeye çalışmak, tetkik etmek:
"Ne kitap okur ne de başkalarının düşüncesini inceler." -S. Birsel.
korumak (-i, -den) 1. Bir kimseyi veya bir şeyi dış etkilerden, tehlikeden, zor bir durumdan uzak tutmak, esirgemek, muhafaza etmek, vikaye etmek, sıyanet etmek:
"Orasını tozdan, yağmurdan korumak borcumuzdur." -O. S. Orhon. 2. Güçlü bir kimse veya kuruluş, güçsüz birini veya bir şeyi desteklemek, himaye etmek:
"Beni kendi kardeşi gibi sever, babasının hışmından korurdu." -R. Enis. 3.
(-i) Tehlikeye karşı denetimi altında bulundurmak, savunmak, müdafaa etmek:
Yurdu korumak. 4.
(-i) Tehlikeli, zararlı durumları önlemek:
İlaçla meyveleri korudu. 5.
(-i) mec. Bir şeyin eskimesini, yıpranmasını önlemek için gereken dikkat ve özeni göstermek:
Üstünü başını biraz korusaydın bu kadar kirlenmezdi. 6.
(-i) mec. Süregelen bir durumun değişikliğe uğramasını önlemek:
Geleneklerini koruyorlar. 7.
(-i) mec. Karşılamak, denk gelmek:
Bu işin geliri masrafını korumaz. meşgul olmakvaktini vermek, uğraşmak, oyalanmak:
"Kâtip daha fazla meşgul olmaya lüzum görmeden genç kızı yalnız bırakıp gitti." -P. Safa.
uğraşmak (-le) 1. Bir iş üzerinde sürekli çalışmak:
"Muhacir kümeleri arasında, ekmek dağıtmakla uğraşan yaşlıca bir adama seslendi." -P. Safa. 2.
(-e) Bir işi başarmaya çalışmak, iş edinmek:
"İkisi barbut oynuyor, üçüncüsü, en küçükleri, bir çekirgeye sigara içirmeye uğraşıyordu." -H. Taner. 3. Zamanını bir işe verme durumunda kalmak:
"Ee, hadi yürü yahu. Senlen mi uğraşacağız?" -H. Taner. 4. Savaşmak:
"Düşmanlarla uğraşmak için sonuna kadar çalışmaya azmettik." -Atatürk. 5.
mec. Birine kötü davranmak:
"Aman, siz de hep beybabamla uğraşırsınız!" -Ö. Seyfettin.
yoklamak (-i) 1. Dokunarak incelemek:
"Hem kendimi hem etrafımda gördüğüm eşyayı elimle yokladım." -R. H. Karay. 2. Bakmak, gözden geçirmek, kontrol etmek:
"Gecenin bir vaktinde şeytan gelmiş yoklamış." -E. Şafak. 3. Durum, bilgi, niyet vb.ni belirlemeye veya anlamaya çalışmak:
"Kalbimi ne zaman yokladımsa ona dair bir iz bulamadım." -S. M. Alus. 4. Ziyaret veya sağlığını sormak amacıyla birine gitmek:
"Ara sıra da birimizden biri yukarı çıkarak Sevim'i yokluyordu." -R. N. Güntekin. 5. Ara sıra etkisini göstermek:
İlaç aldığım hâlde ağrılarım yine beni yokluyor. 6. Aramak, araştırmak:
"Odaların köşe bucağını yoklamaya başladılar." -M. Ş. Esendal.