hafif sf. 1. Tartıda ağırlığı az gelen, yeğni, ağır karşıtı. 2. Güç veya yorucu olmayan, kolay:
Hafif bir iş. 3. Ağırbaşlı olmayan, ciddi olmayan, hoppa:
Hafif bir kadın. 4. Miktarı az, sindirimi kolay (yiyecek):
"Onlar da akşam yemeğini pek hafif yerlerdi." -S. F. Abasıyanık. 5. Kalınlığı veya yoğunluğu az olan:
"Dışarıda yanan lambanın aydınlığıyla burası hafif bir karanlık içindeydi." -M. Ş. Esendal. 6. Etkisi az olan, sert karşıtı:
Hafif bir içki. 7. Önemli olmayan:
Hafif bir ceza. 8. Çok dik olmayan (sırt, yokuş):
"Hafif bir meyilden indik." -H. R. Gürpınar. 9. Gücü az olan, belli belirsiz:
"Kaskatı kesilmiş vücudu, suyun hafif akıntısına uyarak yavaş yavaş uzaklaştı." -R. N. Güntekin. 10. Sıkıntısız, ferah, rahat:
Kendimi bugün çok hafif hissediyorum. kaba sf. 1. Özensiz, gelişigüzel yapılmış, zevksiz, sakil, ince karşıtı:
"Cebinden kaba fil dişi saplı bir de çakı çıkardı." -Ö. Seyfettin. 2. Taneleri iri:
Kaba çakıl. 3. Terbiyesiz, görgüsü kıt, nezaketsiz (kimse):
"Kaba, hantal, şivesiz bir sürü adamlar kafesinin önüne toplanırlar." -R. H. Karay. 4. Hafif olduğu hâlde kalın veya hacimli:
"Kaba bir yün döşekle temiz bir şilte, yastık yorgan buldum." -H. R. Gürpınar. 5.
is. Kuyruk sokumunun her iki yanındaki şişkin yer. 6.
mec. Terbiyeye, inceliğe aykırı, çirkin, kötü:
"Çocuklardan biri ağzından çok fena, çok kaba bir şey kaçırdı." -O. C. Kaygılı.
ötümlü sf. db. Ciğerlerden gelen havanın ses yolundaki sivrilmiş ve gerilmiş kapalı bir engele çarpmasıyla oluşan (ünsüz), titreşimli, sürekli, yumuşak, tonlu, sedalı.
sessiz sf. 1. Sesi olmayan, ses çıkarmayan. 2. Ses, gürültü çıkarmadan yapılan:
Sessiz çalışma. 3. Ses olmayan:
"Anadolu'nun yüksek yaylalarına has, sessiz, pussuz, boz renkli gecelerden biriydi." -R. N. Güntekin. 4. Az konuşan, suskun. 5. Yumuşak huylu, kendi hâlinde ve sakin (kimse):
"Kız kardeşi Deniz Yolları levazımında çalışan sessiz bir adamla evlidir." -M. Ş. Esendal. 6.
zf. Ses ve gürültü çıkarmadan. 7.
is. db. Ünsüz.
tatlı sf. 1. Şeker tadında olan:
Tatlı nar. Tatlı elma. 2. Acı olmayan, içilebilen, yenilebilen:
Tatlı su. Tatlı salatalık. 3.
is. Şekerle veya şekerli şeylerle yapılan yiyecek:
Baklava, revani, lokma birer tatlıdır. 4.
zf. Hoşa gidecek bir biçimde, tatlılıkla:
Ne tatlı bakıyordu. 5.
mec. İnsanı çeken, göze, kulağa hoş gelen, rahatlatan, dinlendiren, sevindiren:
"Bu acı adam, tatlı ve nüktedandı." -Y. Z. Ortaç.
uysal sf. 1. Başkalarına kolayca uyabilen, sözlerini dinleyip karşı gelmeyen, yumuşak başlı:
"Kadın uysal olduğu zaman kuvvetlidir." -A. Gündüz. 2.
zf. Başkalarına kolayca uyabilen, sözlerini dinleyip karşı gelmeyen, yumuşak başlı bir biçimde:
"Ona vefasızlıkta biraz düşünceli davranmayı yararlı buluyor, yalnızca bulduklarında yeni başkana pek uysal davranıyorlardı." -M. Ş. Esendal.