etmek (nsz) 1. Bir işi yapmak:
 "Şemsi, sıra düştükçe emlak komisyonculuğu ediyordu." -H. Taner. 2. "İyi, kötü" zarflarıyla birlikte davranmak:
 İyi ettiniz de geldiniz. 3.
 (-i) Bulmak, erişmek:
 "Hemşerileri gelir, kemençe gibi bir çalgıyla sabahı ederlerdi." -R. H. Karay. 4.
 (-i, -den) Birini bir şeyden yoksun bırakmak. 5. Eşit değer kazanmak:
 İki iki daha dört eder. 6. Herhangi bir değerde olmak:
 "Kira dâhil olduğu hâlde aylık masrafımız tam beş lira ediyordu." -Ö. Seyfettin. 7. Kötülükte bulunmak:
 "Ah, iki bardak süt sen bana neler ettin?" -S. F. Abasıyanık. 8.
 (-e) Küçük veya büyük abdestini yapmak:
 Çocuk altına etti. kalmak (nsz) 1. Olduğu yeri ve durumu korumak, sürdürmek:
 "Sıkı sıkı kucakladı ve öylece kaldı." -T. Buğra. 2. Zaman, uzaklık veya nicelik belirtilen miktarda bulunmak:
 "Arabada yalnız dört çocuk kalmıştı." -O. C. Kaygılı. 3.
 (-de) Konaklamak, konmak:
 "Hemen karargâha yerleşmezsem ne geri dönebilir ne de otelde kalabilirdim." -F. R. Atay. 4.
 (-le) Oturmak, yaşamak, eğleşmek:
 "Tam beş sene benimle beraber kaldı." -S. F. Abasıyanık. 5. Hayatını sürdürmek, yaşamak:
 O aileden bir bu çocuk kaldı. 6. Varlığını korumak, sürdürmek:
 "Eniştemizin iptidai kalmış huyları da vardı." -A. Ş. Hisar. 7.
 (-de) Oyalanmak, vakit geçirmek:
 "Kısa bir süre tezgâhın önünde kaldı." -N. Cumalı. 8. Sınıf geçmemek:
 Çocukların içinde kalanlar da var geçenler de. 9.
 (-de) İşlemez, yürümez duruma gelmek:
 Araba yarı yolda kaldı. 10.
 (-e) Geriye atılmak, ertelenmek:
 "Mahkeme ayın on sekizine kaldı." -S. F. Abasıyanık. 11.
 (-de) Bir şeyle kaplanmak, bir şeye bulanmak:
 Oda duman içinde kaldı. 12.
 (-de) Bir işi belli bir noktada bırakmak, ara vermek:
 Bugün iş maddesinde kaldık. 13.
 (-den) Miras olarak geçmek:
 Çiftlik ana babasından kalmış. 14.
 (-den) Yapamamak:
 Misafir geldi, gezmeden kaldık. 15. Belli bir gelirle geçinmek zorunda bulunmak:
 "Refika, valide, iki kerime kaldık mı biz iki bin kuruş tekaüt maaşına." -H. Taner. 16.
 (-le) Yetinmek:
 Yalnız dayak atmakla kalmadı, onu işinden de çıkardı. 17.
 (-le) Sınırlanmak, bitmemek:
 "Amasya'da iken karşılaştığımız vaziyet yalnız Şeyh Recep Vakası ile kalmadı." -Atatürk. 18. Herhangi bir durumu sürdürmek. 19.
 (yar) Olmak, herhangi bir durumda bulunmak:
 "Fatma'nın yemek çantası olmasaydı, dün aç kalmıştık." -F. R. Atay. 20.
 (yar) Kök veya gövdeleri sonuna -a (-e), -ıp (-ip) eki almış fiillere gelerek süreklilik bildiren birleşik fiiller oluşturur:
 Bakakalmak. Şaşakalmak. Donakalmak. Şaşırıp kalmak. Donup kalmak. kaydetmek (-i, -e) (ka'ydetmek) 1. Yazmak, bazı önemli noktaları tespit etmek. 2. Herhangi bir şeyi bir yere mal etmek, bir şeyin tarih, numara veya adını bir deftere geçirmek:
 Çocuğu okula kaydetmek. Nüfusa kaydetmek. 3. Hatırlamak için yazmak, not etmek:
 "Önüne bir şeyler kaydederken görür gibiyim." -S. F. Abasıyanık. 4.
 (-i) Belirtmek, söylemek:
 Şunu kaydedeyim ki... 5. Sesi veya resmi manyetik bant üzerine geçirmek. 6.
 (nsz) Olumlu sonuç almak:
 Başarı kaydetmek. Gol kaydetmek. 7.
 fiz. Sıcaklık, basınç gibi bir niceliğin değişkenliğini tespit etmek. 8.
 bl. Elektronik veya sayısal araçlarda bilgiyi korumaya almak.
 nakletmek (-i) (na'kletmek) 1. Nakil işini yapmak, bir yerden başka bir yere geçirmek, iletmek:
 "İkisi de koluna girerek hastayı otomobile naklettiler." -P. Safa. 2. Anlatmak, aktarmak:
 "Olanı biteni, olduğu gibi bir bir nakledeyim de yüreğiniz rahat etsin." -S. M. Alus.
 oturmak (-e) 1. Vücudun belden yukarısı dik duracak biçimde ağırlığı kaba etlere vererek bir yere yerleşmek:
 "Bir sandalyenin üzerinde oturmuş, önüne bakıyordu." -S. F. Abasıyanık. 2.
 (nsz) Bu biçimde yerleştiği yerde kalmak:
 "Bakın, hikâye zordur, acımasız ve hoşgörüsüzdür. Oturursunuz ve başından kalkamazsınız." -T. Dursun K. 3.
 (-i) Uygun gelmek, ölçüleri tam olmak:
 "Ütüsüz ve beli oturmamış pantolonunu çekti." -T. Buğra. 4.
 (-de) Bir yerde sürekli olarak kalmak, ikamet etmek:
 "Aynı semtte oturdukları için komşu da sayılırlar." -B. Felek. 5.
 (nsz) Hiçbir iş yapmadan boş vakit geçirmek, boş durmak:
 Böyle oturacağınıza çalışsanız olmaz mı? 6.
 (nsz) Toprak veya yapı çökmek, aşağı inmek:
 Temelin bu tarafı on santim oturmuş. 7.
 (-le) Biriyle beraber yaşamak:
 "O günden beri, enişte beyle oturuyorum." -S. M. Alus. 8. Bir işi yapmakta olmak, bir işe başlamak üzere olmak:
 "Bu saat, kendimi bildim bileli sofraya oturma saatimizdir." -Y. Z. Ortaç. 9. Yer almak, geçmek:
 Valilik makamına oturdu. 10.
 (nsz) Benimsenmek, yerleşmek, kökleşmek:
 Gelenekler gün geçtikçe iyice oturdu. 11. Belli bir yörüngede dönmeye başlamak:
 Uydu yörüngeye oturdu. 12. Sıvı tortuları dibe çökmek, dipte toplanmak. 13.
 (nsz) Herhangi bir durumda belli bir süre kalmak:
 "Arif gibi bir adamla çene yarışına girmek istememekle beraber susup oturamazdı." -M. Ş. Esendal. 14.
 hlk. Mal olmak:
 Bu bize pahalıya oturdu. selametlemek (-i) Yolcuyu, konuğu uğurlamak, geçirmek:
 "... misafiri köşebaşına kadar fener tutarak selametlediler." -R. H. Karay.
 takmak (-i) 1. Bir şeyi başka bir yere uygun bir biçimde tutturmak, iliştirmek, geçirmek:
 "Gözlüğünü takıp masaya eğildi." -R. H. Karay. 2.
 (-e, nsz) Düğün vb. törenlerde takı armağan etmek:
 Geline pırlanta yüzük takmışlar. 3.
 (-i, -e) Ad, lakap koymak:
 "Ona bu adı kim takmıştır, ne zaman takmıştır, bilemiyor." -H. Taner. 4.
 (nsz) Kuşanmak:
 Kılıç takmak. 5. Kendisiyle birlikte götürmek, yanına almak veya arkasından izletmek:
 "Arabaya hafiye kıyafetinde polis memurları da takıyorlar." -Y. Z. Ortaç. 6.
 (-e) mec. Biriyle olumsuz olarak uğraşmak. 7.
 argo Borç bırakmak:
 "Bu eve asilzadelerin biri girip öteki giderdi. Giden kirayı takar, gelen ortalığı kasıp kavururdu." -P. Safa. 8.
 argo Önemsemek, önem vermek, tınmak:
 "Dün koskoca bir mebus kızıyken, bir zamanların şalvarlı Nuriye'sini takar mıyım?" -A. Ağaoğlu. 9.
 (-den, -de) argo Sınavını başaramamak.
 tespit etmek1) bir şeyi sağlam bir biçimde yerleştirmek, oynamaz duruma getirmek; 2) bir durumu kuşkuya düşürmeyecek biçimde göstermek:
 "Hayal meyal seçtiklerini isabetle tespit edemezler." -A. Ş. Hisar. 3) belirlemek:
 "Karargâhtakilerin hiçbiri, yüzü paramparça olmuş bu delikanlının kimliğini tespit edemedi." -İ. O. Anar. 4) sabitlemek.
 teşyi etmekuğurlamak, geçirmek:
 "Onları kasabanın kenarına kadar teşyi ettim." -M. Ş. Esendal.
 vurmak (-e) 1. Elini veya elinde tuttuğu bir şeyi bir yere hızla çarpmak:
 Masaya vurmak. Birinin başına vurmak. 2.
 (-i) Ses çıkarmak için bir şeyi başka bir şey üzerine hızlıca çarpmak:
 "Kapılarını vurmadan, kartını göstermeden, kademeye aldırmadan odalara giriyor." -R. H. Karay. 3. Etkisi bir yere kadar uzanmak, sokulmak, girmek, duyulmak, yansımak, aksetmek:
 "Yıkık damından içeriye parça parça güneş vurur." -R. H. Karay. 4.
 (-i, -e) Hızla değmek, çarpmak:
 Kolumu duvara vurmuşum. 5. Sürmek:
 Duvara boya, tahtaya cila vurmak. Yakı vurmak. 6. Takmak, koymak:
 "Seni buradan ellerine kelepçe, ayaklarına zincir vurup öyle götürecekler!" -Y. K. Karaosmanoğlu. 7. Bağlama, ilişkilendirmek:
 "Bohçacı ve yazmacı kadınların tuhaflığına vurarak etrafını alırlar." -R. H. Karay. 8. Olduğundan başka biçimde görünmek. 9.
 (nsz) Batıcı veya kesici cisimleri saplamak, kakmak:
 Bıçak vurmak. İğne vurmak. 10.
 (nsz) Uygulamak, basmak, koymak:
 Damga vurmak. 11. Ses çıkarmak, ses vermek, çalmak. 12.
 (-i) Amaçladığı şeye rast getirmek. 13.
 (-i) Hızla çarpmak:
 Ayağını güm güm yere vurarak. 14.
 (-i) Silahla yaralamak, öldürmek:
 "Bir gün kızı kurtarmışlar, ayıyı vurmuşlar, kızı saraya götürmüş, padişahın oğluna vermişler." -H. E. Adıvar. 15. Dokunmak, hasta etmek:
 "Bizim evin bacası çekmiyor. Bütün kış, maaile kömür vuruyor bizi bu yüzden." -N. Hikmet. 16.
 (nsz) Soğuk, dolu vb. ürünlere zarar vermek:
 Sebzeleri soğuk vurdu. Meyveleri dolu vurdu. 17.
 (nsz) Kalp, vuru durumunda olmak, çarpmak:
 "Kalbi öylesine kopacakmış gibi vuruyordu." -H. Taner. 18. Piyango vb. çıkmak, isabet etmek. 19. Üzerinde görünmek, üzerine düşmek:
 Ağacın gölgesi duvara vuruyor. 20.
 (-i) Desteklemek, dayamak:
 Akşam olunca kapının desteğini vurduk. 21. Çıkmak, görünmek:
 Su dışarı vurdu. 22. Sırtına, omzuna yerleştirmek:
 "Hamalın biri sırtına koca bir ayna vurmuş götürüyordu." -H. Taner. 23. Bir şeyi başka bir şey üzerine koymak. 24. Tavla oyununda pulu kırmak. 25.
 mec. Çok etki etmek, yaralamak. 26.
 argo İçki içmek. 27.
 (-i) argo Herhangi bir biçimde haksız yoldan para almak, soymak:
 Birinin on milyon lirasını vurmak. 28.
 (-i, -e) mat. Çarpma işlemini yapmak:
 İkiyi dörde vurursak sekiz eder. yapmak (-i) 1. Ortaya koymak, gerçekleştirmek, oluşturmak, meydana getirmek:
 "Her görevi ayrım gözetmeden aynı titizlikle yapmak başarının sırrıdır." -Ç. Altan. 2.
 (nsz) Olmasına yol açmak:
 Durgun sular sıtma yapar. 3.
 (nsz) Yol almak. 4. Onarmak, tamir etmek:
 Bozulan saatimi saatçi yaptı. 5.
 (nsz) Bir şeyi başka bir şey durumuna getirmek:
 "Ayrıca terbiye edeceğim, onu yaman bir polis köpeği yapacağım." -R. H. Karay. 6. Bir dileği, bir isteği yerine getirmek, uygulamak, ifa etmek:
 "Şu işi yapıver, diye yalvarmıştı da enişte engel olmuştu." -S. M. Alus. 7.
 (nsz) Bir düşünceyi, bir davranışı, bir isteği işe dönüştürmek, gerçekleştirmek:
 "Elimi ağzına götürerek sus işareti yaptım." -R. H. Karay. 8. Düzenli bir duruma getirmek:
 Yatak yapmak. Yolu yaptılar. 9.
 (nsz) Üretmek:
 Ayakkabı yapmak. 10.
 (nsz) Bir harekete, işe başlamak veya bir hareketle, işle uğraşmak:
 Koşu yapmak. Sarsıntı yapmak. 11. Zarara yol açmak. 12. Etkili olmak. 13.
 (nsz) Salgılamak, çıkarmak:
 Tükürük bezleri tükürük yapar. 14.
 (-e) Dışkı çıkarmak:
 Çocuk, altına yapmış. 15. Gerçekleştirmek:
 "İlk ve ortaöğrenimini Anadolu'da yapmıştır." -Y. Z. Ortaç. 16. Tehdit yoluyla birini herhangi bir duruma düşürmek:
 Ben adamı ne yaparım biliyor musun? 17.
 (-i, -e) Evlendirmek:
 Bu kızı sana yapacağız. 18.
 (yar) Bir durum yaratmak:
 "Fırının harlı ateşi yanaklarını pembe pembe yapmıştı." -N. Araz. 19.
 (yar) Edinmek, sahip olmak:
 Servet yapmak. Altın yapmak. 20.
 (yar) Bir kimseye bir meslek kazandırmak, yetiştirmek:
 "Onu da Üsküdar'daki ambar memuru yapmak suretiyle daireden uzaklaştırdı." -H. Taner. 21.
 (nsz) Davranmak, hareket etmek:
 İyi yapmıyorsunuz, çocuğu çok azarlıyorsunuz. Uyumuş gibi yapmak. 22.
 (nsz) Olmak:
 Bu kış çok soğuk yaptı. yazmak(I)
 (-i) 1. Söz ve düşünceyi özel işaret veya harflerle anlatmak:
 "Büyük bir heyecan, bir haz içinde şu satırları yazıyorum." -Ö. Seyfettin. 2. Yazı ile anlatmak, yazıya dökmek:
 Adresini bilmiyorum ki yazayım. 3.
 (-de) Yazar olarak görev yapmak. 4.
 (nsz) Yazı ile bildirmek, haber vermek:
 "Mağlubiyet Almanya'yı karıştırmış, gazeteler yazıyor." -A. İlhan. 5. Bir bilim veya edebiyat eseri oluşturmak. 6. Sayaç vb. sayılarla niceliği belirtmek. 7. Kaydetmek:
 Çocuğu okula yazdılar. 8. Bir göreve almak:
 O delikanlıyı polis yazmışlar. 9.
 (nsz) mec. İnsanın geleceğini belirlemek:
 Yazan böyle yazmış. 10.
 hlk. Gelinin yüzünü süslemek:
 "Kalem alıp kaşın gözün yazmalı." -Halk türküsü.
 yazmak(II)
 (yar) Kök veya gövdeleri sonuna -a (-e) eki almış fiillere gelerek yaklaşma bildiren birleşik fiiller oluşturur:
 Düşeyazmak, öleyazmak.