başlamak (-e) 1. Bir işe girişmek, harekete geçmek:
"Şairliğe on sekiz yaşında gazel ve rubailerle başlamıştı." -H. Taner. 2.
(nsz) Çalışır, işler, yürür duruma girmek:
"Bundan başka evlenme hayatı da oldukça başarılı başladı." -H. E. Adıvar. 3. Olmak, oluşmak, ortaya çıkmak, doğmak:
"Şiirimiz milletimizin Anadolu'daki teşekkülü ile başlar." -Y. K. Beyatlı. 4. Görünmek:
"Kasabanın kenar mahallelerinden sonra bir mezarlık başlardı." -S. F. Abasıyanık. 5. Etkisini göstermek:
"Kış başlarken yapraklar döküldü." -C. Uçuk. 6. Hoş olmayan bir davranışa koyulmak:
"Etraftaki çocuklar gene arsızlanmaya başladılar." -O. C. Kaygılı.
bürümek (-i) 1. Sarmak, kaplamak, örtmek, basmak, istila etmek:
"Tarlayı otlar bürümüştü." -N. Nâzım. 2.
mec. Çok, güçlü etkilemek:
"Bir kötümserlik bürümüş sizin içinizi." -N. Ataç.
çalmak (-i, -e) 1. Başkasının malını gizlice almak, hırsızlık etmek, aşırmak:
"İngiliz cephesinden at kaçırıp bize satan bedeviler dönüşlerinde bizim atlarımızı çalıp İngilizlere satarlardı." -F. R. Atay. 2. Vurarak veya sürterek ses çıkartmak:
"Bir yandan mızıka istiklal havasını çalıyordu." -R. E. Ünaydın. 3. Bir müziği dinlemeyi sağlayan aleti çalıştırmak:
"Fevkalade zekidir; iyi dans eder, piyano çalar, tenis oynar, ata biner, avcıdır, kayakçıdır." -R. H. Karay. 4.
(nsz) Ses çıkarmak, ses vermek:
"Hafif hafif ıslıklar çalan sesi eski keskinliğini kaybetmiştir." -R. N. Güntekin. 5. Atmak, çarpmak, vurmak. 6. Yoğurt yapmak için sütü mayalamak, katıp karıştırmak:
"Ana, inek sağar; yoğurt çalar, yayık vurur." -T. Buğra. 7. Üzerine sürmek:
Ekmeğin üzerine yağ çaldı. 8.
(-i) Bozmak, zarar vermek. 9.
(-i) Kumaşın bir parçasını kesmek. 10. Madeni oymak, kalemle işlemek. 11.
(-e) Benzemek, andırmak:
"Geniş alınlı, kırmızıya çalar, kahverengi saçlı, altın dişli tuhaf bir delikanlı gülümsedi." -S. F. Abasıyanık. 12.
mec. Zamanı boşa harcatmak, ziyan edilmesine yol açmak. 13.
(-i) hlk. Süpürmek, temizlemek:
Tozu çalmak. çekmek (-i, -e) 1. Bir şeyi tutup kendine veya başka bir yöne doğru yürütmek:
"Hepsi iskemleleri çekerek masanın etrafında bir halka yapmaya hazırlanıyorlardı." -R. N. Güntekin. 2. Taşıtı bir yere bırakmak, koymak. 3. Germek:
İpi çekmek. 4. İçine almak, emmek. 5. Bir yerden başka bir yere taşımak:
Ekini tarladan çekmek. 6. Bir amaçla ortadan kaldırmak:
Piyasadaki parayı çekmek. 7. Solukla içine almak:
"Beş defa yutkunup üç defa burnunu çektikten sonra anlattı." -B. R. Eyuboğlu. 8. Üzerinde bulunan bir silahla saldırmak için davranmak:
"Elindeki tabancayı tetiğine basmak için yeni çekivermiş gibiydi." -T. Buğra. 9. Atmak, vurmak:
Dayak çekmek. Şut çekmek. 10. Bir kimseyi veya bir şeyi geri almak. 11. Güç durumlara dayanmak, katlanmak:
"Yalnız bende meçhul bir hastalık vardı. Sekiz yaşından beri çekiyordum." -P. Safa. 12. Tartıda ağırlığı olmak:
"Tartsaydınız kırk, kırk beş kilodan fazla çekmezdi." -P. Safa. 13. Döşemek:
Kablo çekmek. 14. Herhangi bir engel kurmak:
"Derenin kış yaz kurumayan suları böğürtlen fidanlarını yükseltmiş, iki tarafa yemiş dolu bir koyu çit çekmiş." -R. H. Karay. 15. Şans denemek amacıyla hazırlanmış kâğıtlardan birini almak:
"Birisi niyet çeksin de biz de bir lokma bir şey yiyelim, diye bekleşiyorlar." -S. F. Abasıyanık. 16. İmbik yardımı ile elde etmek:
İspirto çekmek. Gül yağı çekmek. 17. Çizgi durumunda uzatmak:
"Kirpiğine sürme çek / Kına yak parmağına" -F. N. Çamlıbel. 18. Aynısını yazmak veya çizmek:
Yazıyı temize çekmek. Kopya çekmek. 19. Tedavi amacıyla şişe, vantuz, sülük vb.ni uygulamak:
Bardak çekmek. 20. Bir yerden bir şeyi yukarı doğru almak. 21. Görüntüyü bir aletle özel bir nesne üzerine kaydetmek:
Fotoğraf çekmek. Film çekmek. 22. Taşıma gücü olmak:
Bu araba 500 kilodan çok yük çekmez. 23. Öğütmek:
Kahve çekmek. 24. Protesto, poliçe, çek vb. düzenleyip yürürlüğe koymak. 25. Dikkat, ilgi vb.ni üzerine toplamak:
"Bu kadın iyi terzi elinden çıkmış koyu renk elbiseleri içinde biçimli vücuduyla az sonra dikkati çeker." -R. H. Karay. 26. Hoşa gitmek, sarmak. 27. Kaçan ilmeği örmek:
Çorap çekmek. 28. Masrafını karşılamak, ikramda bulunmak:
"Beni lokantasına götürdü, âlâ bir öğle yemeği çekti." -H. E. Adıvar. 29. Bir duyguyu içinde yaşatmak:
"Ona yanıyorum, onun hasretini çekiyorum." -R. H. Karay. 30. Yürütmek, sürmek:
"Aheste çek kürekleri mehtap uyanmasın." -Y. K. Beyatlı. 31.
(-e) Bir kimse ailesinden birine herhangi bir bakımdan benzemek:
"Yeğeninin ona çeken tek yanı yoktur." -T. Buğra. 32. Bir şeyin içyüzünü anlamak amacıyla bir kimseyi sıkıştırmak:
Sorguya çekmek. 33.
(-i, -e) Herhangi bir anlama almak:
Bak, sözümü nereye çekti! 34.
(-i, -e) Örtmek, giymek:
"Yorganınızı başınıza çeker ve uykunuza devam edersiniz." -R. H. Karay. 35.
(-i, -e) Dişi hayvanı çiftleşmek için erkeğin yanına götürmek. 36. Yol, ay sürmek:
"Sevmediğim ayların çoğu otuz bir çeker, uzundur." -B. Felek. 37.
(nsz) Daralıp kısalmak:
Kumaşı yıkayınca çekti. 38. Söylemek:
"Bir nutuk çekmeye başlarken birdenbire yutkunmuş susmuştu." -Y. K. Beyatlı. 39. Asmak:
"Açıkta durduk. Demir attık. Kayığa tehlike bayrakları çektik." -Halikarnas Balıkçısı. 40. Boya, badana vb. sürmek. 41. Yollamak:
"Çektikleri telgrafı babasıyla annesi, bakalım, alabilecekler mi?" -A. İlhan. 42. Bir şeyi emip dışarıya çıkarmak:
Tulumba, suyu iyi çekiyor. Baca iyi çekiyor. 43. Hamur vb. iyice pişmiş duruma gelmek. 44.
fiz. Bir cisim, belli bir yakınlıktaki başka bir cismi kendisine yaklaşmaya zorlamak, itmek karşıtı. 45.
tek. Vericiden gelen dalgaları algılayarak televizyon, radyo, telefon vb. aygıtlarla bağlantı kurmak. 46.
argo İçki içmek:
"Çok kimse rakısını bağında çekiyordu." -F. R. Atay.
fethetmek (-i) (fe'thetmek) 1. Bir yeri veya ülkeyi savaşarak almak, ülke açmak:
"Mekânı fethetmek bir marifettir fakat mekânla beraber zamanı da fethetmek yüz misli değerindedir." -Y. K. Beyatlı. 2.
mec. Herkesin takdirini, övgüsünü kazanıp kendine hayran bırakmak:
"Fettan bir kızcağız, İstanbul'u fethetmişti." -E. E. Talu.
gidermek (-i) 1. Ortadan kaldırmak, yok etmek:
"Vapur sorar, yol öğrenir, merakımızı gideririz." -S. F. Abasıyanık. 2. Dindirmek:
"Susuzluğunu giderdikten sonra açlığını da bastırmaya kararlı olduğu belliydi." -İ. O. Anar.
kaldırmak (-i) 1. Bulunduğu yerden almak:
Örtüyü masanın üzerinden kaldır. 2. Yukarı doğru hareket ettirmek:
"Gözlerini yüzüme kaldırdı. İkimiz de mavi mavi baktık." -S. F. Abasıyanık. 3. Yükseltmek:
Duvarı bir metre daha kaldırmalı. 4.
(nsz) Ürün toplamak, taşımak:
Harman kaldırmak. 5. Çekmek, taşımak:
Bu araba bu yükü kaldırmaz. 6. Bir kuruluşun çalışmasına son vermek, feshetmek, lağvetmek:
"Meclis ... olağanüstü hâli kaldırabilir." -Anayasa. 7.
(-e) Hastayı hastaneye götürmek:
"Yarasının dikişleri koptu dün öğleden sonra, Fransız Hastanesi'ne kaldırdılar." -A. Gündüz. 8. Tören yaparak ölüyü gömmek. 9. Toplamak:
"Anası, kardeşi ile hep beraber sofrayı kaldırdılar." -N. Cumalı. 10. Alıp başka yere götürmek. 11. Uyandırmak:
"Bir gece yanında mihman olduğum / Sabah oldu deyi kaldırdın beni." -Halk türküsü. 12. Piyasadan çekmek:
İstifçilerin piyasadan kaldırdığı mallar. 13. Elin ulaşamayacağı yere koymak, saklamak:
Vazoyu ortadan kaldıralım, çocuğun eline geçmesin. 14. Kaçırmak:
"Yakın köyden kaldırdığı bir yosmayı sarhoş etmekle meşguldü." -S. F. Abasıyanık. 15. İyi etmek, iyileştirmek:
Bu ilaç onu yataktan kaldırdı. 16. Bir şeyden çokça satın almak. 17. Tayin etmek, atamak:
"Günün birinde bu müdürü başka, daha önemli bir yere kaldırdılar, buraya da bir başka müdür getirdiler." -M. Ş. Esendal. 18. Yok etmek, ortadan silmek:
"Yeryüzünden hayali kaldırın, dünya bir taş ve toprak yığınından ibaret kalır." -O. S. Orhon. 19.
(nsz) mec. Katlanmak, tahammül etmek:
"Doğrusunu isterseniz onu çoktan kapı dışarı etmeliydim ama yüreğim kaldırmıyor, acıyorum." -S. F. Abasıyanık. 20.
(nsz) mec. Uygun gelmek, götürmek, yakışmak:
Bu kumaş fazla süs kaldırmaz. 21.
argo Çalmak, aşırmak.
kaplamak (-i) 1. Her yanını örtmek, istila etmek:
Bulutlar gökyüzünü kapladı. Sessizlik ortalığı kapladı. 2. Çepeçevre sarmak, kuşatmak:
"Evlerin bir tarafını yol, üç tarafını da yine çam ormanları kaplar." -S. F. Abasıyanık. 3.
(nsz) Bir kabın, bir kılıfın, bir örtünün içine almak:
Yorgan kaplamak. 4. Yayılıp doldurmak, etkisinde bırakmak. 5. Bir yüzeyi döşemek, başka bir nesne ile örtmek:
"Dudaklarının üstünü kaplayan muntazam kesilmiş sert ve koyu siyah bıyıkları..." -A. Ş. Hisar. 6. Kaplama adı verilen ince ağaç levhaları, değişik yöntemlerle hazırlanan tablalara yapıştırmak. 7. Bir madeni bir başka madenle kimyasal bir yöntemle örtmek. 8.
mec. Bir kimsenin veya bir şeyin nitelikleri herkesçe bilinir olmak:
Ünü cihanı kapladı. 9.
mec. Duygular için doldurmak:
İçini sevinç kapladı. 10.
mec. Doldurmak, bastırmak.
kazanmak (-i) 1. Kazanç sağlamak:
"Bu beş lirayı bitirmeden ben para kazanmalıyım." -P. Safa. 2.
(nsz) Olumlu, iyi bir sonuç elde etmek:
"Böyle yazılara hiç cevap vermeyiz ve yazı çok ağırsa dava açarak çok defa kazanırız." -B. Felek. 3. Çıkmak, isabet etmek. 4. Edinmek, sahip olmak:
"Emniyetlerini kazanmak için bu esrar bir kimya gibi gizli kalmalıdır." -R. N. Güntekin. 5.
(nsz) Tutulmak, yakalanmak:
Huy kazanmak. Dert kazanmak. 6. Kendinden yana çekmek:
"Bu genç şairin dostluğunu kazanmak için hiçbir külfete katlanmadım." -M. Ş. Esendal. 7.
(-den) Ele geçirmek, fethetmek, kazanç sağlamak:
Düşmandan yer kazanmak. 8. Yenmek, galip gelmek:
"İşte kesin muharebeyi bu manevi kudret kazanacaktır." -R. E. Ünaydın.
koymak (-i, -e) 1. Bir şeyi bir yere bırakmak, belli bir yere yerleştirmek:
"Öteki elini doktorun omzuna koydu." -S. F. Abasıyanık. 2. Bir kimseyi işe yerleştirmek, birine iş sağlamak:
Bu işe kimi koyacağız? 3. Bırakmak:
İçeri kimseyi koymuyorlar. 4. Katmak, eklemek:
"Mal üstüne mal koymak için içi giden bir kişidir." -S. Birsel. 5. İmza, tarih, adres yazmak. 6. Uyulması gereken kuralları belirlemek, ortaya çıkarmak:
"Orduda yaşayan manevi kuvveti de meydana koyuyor." -R. E. Ünaydın. 7.
(nsz) Etkilemek, dokunmak:
Bu söz ona çok koymuş. 8. Bir şey veya kimse için kullanmayı belirlemek, ayırmak:
"Giderlerini iki ay içinde yerine koydu." -N. Cumalı. 9. Bırakmak, terk etmek.
kullanmak (-i) 1. Bir şeyden belli bir amaçla yararlanmak:
"Parmaklarının arasındaki mendili eskiyinceye kadar kullandığın hiç oldu mu?" -H. C. Yalçın. 2. Bir kimseyi bir hizmette bulundurmak, çalıştırmak:
"Siz analarımızı nasıl esir gibi kullandınızsa biz de sizi öyle kullanacağız." -H. E. Adıvar. 3. İşletmek, değerlendirmek:
Parasını ticarette kullanmak. 4.
(nsz) Giymek, takmak:
Hiç yağmurluk kullanmazdı. 5.
(nsz) Sigara, içki vb. şeylere alışmış olmak, içmek. 6.
(nsz) Kelimeyi yazmak, söylemek:
"Lakırtılarında çok kere çifter çifter kelimeler kullanırdı ki bunlar bazen manayı değiştirir." -A. Ş. Hisar. 7. Harcamak, sarf etmek:
"Sattıkları küpenin parasını çok idareli kullanıyorlardı." -P. Safa. 8. Amacına ulaşmak için birinden veya bir şeyden yararlanmak, onu amacına alet etmek, sömürmek, istismar etmek:
"Hâlbuki onlar, işte bu saflığı istismar ediyorlar. Bütün düşünceleri seni kullanmak, o kadar!" -A. İlhan. 9. Araç veya aleti işletmek, yönetmek:
"Nitekim çocuklarımın bile kullandıkları hesap makineleri, bunların küçük modelleridir." -B. Felek. 10.
mec. Bir şeyin gereklerini yerine getirmek.
örtmek (-i) 1. Korumak, görünmez duruma getirmek veya gizlemek için üstüne bir şey koymak:
"Kadın bebeğini itina ile yatırdı, yüzünü örttü." -A. Gündüz. 2. Kapamak:
"Perihan kızdı, gidip piyanonun kapağını örttü." -P. Safa. 3. Kaplamak:
Sarmaşıklar duvarları örtmüş. 4.
mec. Kötü bir durumu belli etmemek, gizlemek, saklamak:
Birinin suçunu örtmek. sarmak (-i) 1. Çevresini çevirmek, çepeçevre dolanmak, çevrelemek. 2. Kuşatmak, çevirmek, ihata etmek:
Ordu düşmanı sardı. 3. Dolayında yer almak. 4. Yayılıp etkisi altına almak, kaplamak:
"Kültür düşüklüğündeki çöküş, yaygın bir hastalık gibi sarar toplumu." -N. Cumalı. 5. Örtmek. 6. Kucaklamak. 7. Yumak yapmak:
İpliği sarmak. 8. Şerit, ip vb. şeyler dolaşmak. 9. Kâğıt veya bir bitki yaprağıyla dürmek:
"Dolma sarıyorum diye yaprağı parmağıma doladım." -H. R. Gürpınar.
"Sardığı sigarayı tabakasına yerleştiriyor." -T. Buğra. 10.
(-e) Sarılıp tırmanmak:
Asma çardağı sardı. 11.
(-i, -e) Bir şeyi başka bir şeyin içine koyup onunla kaplamak:
Kitabı kâğıda sarmak. 12. Taşıt tırmanmak, yükseğe doğru çıkmak. 13. Saldırmak, hücum etmek:
"Faik Efendi biliyordu ki saracaklar hem de fena saracaklar." -M. Ş. Esendal. 14. Bir görev veya işin yerine getirilmesini başkasına yüklemek. 15.
mec. Sözle saldırmak, tedirgin etmek:
Evdekilerin hepsi bana sarıyor. 16.
mec. Hoşuna gitmek, zevkini okşamak:
"Bu canlılık, insanı on yıl önce görmüş olduğum muhteşem yazdan daha başka türlü sarıyordu." -A. H. Tanpınar.
temizlemek (-i) 1. Arıtmak:
"Yeşil alanların, parkların, koruların klorofili kirli havayı süzer, temizler." -H. Taner. 2. Sakıncalı, pürüzlü bir işi olumlu sonuçlandırmak. 3.
mec. Bitirmek, tüketmek:
Bir aylık iş vardı, bir haftada temizledim. Bir tepsi böreği temizledi. 4.
argo Öldürmek, yok etmek:
"İntihar etmeden önce de yargıcı temizleyecekti." -Ç. Altan. 5.
argo Kumar oyunlarında öbür oyuncuların bütün paralarını almak. 6.
tıp Bir yaranın, bir dokunun sağlam olmayan bölümlerini neşter veya bıçakla kesmek.
yok etmekvarlığına son vermek, ortadan kaldırmak, ifna etmek, izale etmek:
"Kurtulmak için ya yok olmalı ya yok etmeli." -A. İlhan.
yutmak(I)
(-i) 1. Ağızda bulunan bir şeyi yutağa geçirmek. 2. Tam ve doğru söylememek:
Bazı heceleri yutuyor. 3.
mec. İnanmak, aldanmak, kanmak:
"Bize numara yapma, yutacak enayi değiliz." -S. M. Alus. 4.
mec. Söylemek istediği bir sözü kendini tutarak söylememek. 5.
mec. İyice, eksiksiz olarak öğrenmek:
"Bazen üçer yüz sayfalık iki kitabı birden, yirmi dört saat zarfında hatmedip yuttuğu olurdu." -Y. K. Karaosmanoğlu. 6.
mec. Işık, ses gücünü, parlaklığını azaltmak:
"Duvarlar bütün ışıkları yutuyor, halkın üstüne bir toprak rengi dökülüyor." -M. Ş. Esendal. 7.
tkz. Dayanıp sesini çıkarmamak, katlanmak:
Ben bu ağır sözleri yutmam. yutmak(II)
(-i) 1. Haksız olarak kendine mal etmek, zorbalıkla elinden almak:
"Sakarya'nın doğusunda Türk Ordusu da kıvrılarak bu canavarın Ankara'yı yutmasına mâni olmaya çalışıyordu." -H. E. Adıvar. 2. Oyunda bir şey kazanmak.