asmak (-i, -e) 1. Bir şeyi aşağıya sarkacak bir biçimde bir yere iliştirip sarkıtmak:
"Lambayı tam pencerenin karşısına astı." -S. F. Abasıyanık. 2. Üzerine takınmak, kuşanmak. 3.
(-i) Bir kimseyi boğazından ip vb. geçirip sallandırarak öldürmek, idam etmek. 4. Gitmek zorunda olunan bir yere özürsüz gitmemek:
"Ben inek için oymalarımı bıraktım, dikiş makinesini tamir etmedim, mektebi astım." -N. Hikmet. 5. Görevi olan bir işi özürsüz yapmamak.
atmak (-i, -e) 1. Bir cismi bir yöne doğru fırlatmak:
Taşı suya atmak. 2. Bir şeyi yere doğru bırakmak. 3. Bir kimsenin ilişiğini kesmek:
Adamcağızı berbat bir yere attılar. 4.
(-e, nsz) Koymak:
"Mutlaka yemeklerimize biber atmayı âdet edinmişiz." -B. Felek. 5. Rastgele bir kenara koymak. 6.
(-den, nsz) Uzatmak:
Vapurdan iskele attılar. 7. Bir yerden başka bir yere taşımak:
Hazır araba varken eşyayı eve atalım. 8.
(nsz) Sille, tokat vurmak. 9.
(nsz) Top, tüfek vb. silahları patlatmak. 10.
(nsz) Kurşun, gülle, ok vb. şeyleri hedefe fırlatmak:
Ona üç kurşun attı, vuramadı. 11.
(-e, nsz) Geri bırakmak, ertelemek:
Bu konunun tartışılmasını gelecek haftaya attılar. 12. Örtmek:
Sırtına bir şal attı. 13. Yapılmış kötü bir işi birine yüklemek:
Suçu onun üzerine attılar. 14. Sözle sataşmak:
Kadınlara laf attılar. 15.
(-i, -den) Kovmak, dışarıya çıkarmak, ilgisini kesip uzaklaştırmak. 16.
(-i) İstenilmeyen bir şeyi kendi malı olmaktan çıkarmak:
Bu lüzumsuz eşyayı atmalı. 17.
(-i) Kullanılması gelenek hâline gelmiş bir şeyi kullanmaktan vazgeçmek:
Şapka inkılabıyla fesi attık. 18.
(-i) Çıkarmak, dışarıya vermek:
Yabancı cisimleri vücut atar. 19.
(-i) Patlayıcı maddelerle havaya uçurup yıkmak:
Köprüyü dinamitle attılar. 20.
(-i) Yay ve tokmakla ditmek, kabartmak:
Pamuğu atmak. 21.
(nsz) Çatlamak. 22.
(nsz) Yırtılmak. 23.
(-den) Yapışık olduğu yerden ayrılmak. 24.
(nsz) Kalp, nabız vurmak, çarpmak:
Kalbi hızlı hızlı atıyor. 25.
(-i) Sıkıntı dolayısıyla giyilen bir şeyi çıkarmak:
Sıcak basınca sırtındaki ceketi attı. 26.
(-den, -i) Yazılı veya banda alınmış bir metinden bazı bölümleri çıkarmak. 27.
(-i) Değerini eksiltmek. 28.
(-den, nsz) Bir şeyin rengi solmak:
Güneşten perdelerin rengi attı. 29.
(nsz) Göndermek, yollamak:
Mektup atmak. 30.
(nsz) Haykırmak, bağırmak:
Nara atmak. 31.
(-i, -den) Etkisi kaybolmak, alışmak, bırakmak:
"Hele trenin yorgunluğunu at bir üzerinden." -T. Dursun K. 32.
(-den) Terk etmek. 33.
argo Götürmek, sahiplenmek:
"Gözüne kestirdiği erkeği tavlayıp resmen oraya atarmış." -A. İlhan. 34.
(nsz) argo Söylemek:
Gazel attı. 35.
(nsz) argo Yalan veya abartmalı söz söylemek:
Gene atmaya başladı. 36.
(nsz) argo Bilmeden, kestirerek söylemek:
Bilgi yarışmasında attı ama tutturamadı. 37.
(nsz) tkz. İçki içmek:
"Şimdi arzu buyrulursa dostluğumuzu takviye için, şöyle bir iki kadeh atalım." -N. Hikmet.
emmek (-i) 1. Dudak, dil ve soluk yardımıyla bir şeyi içine çekmek, somurmak:
"Çanağımdaki köpüklü sütü emer gibi içeceğim." -S. F. Abasıyanık. 2. Tükürük yardımıyla eriterek içine çekmek:
"Yengemin verdiği karanfili dişlerimle ezip emerek odaya giriyorum." -Y. Z. Ortaç. 3.
fiz. Soğurmak:
Toprak suyu emdi. 4.
argo Uzun süre yararlanmak.
germek (-i) 1. Bir şeyin uçlarından veya kenarlarından çekerek gergin duruma getirmek:
"Yayı daha germe / Kıracaksın." -B. Necatigil. 2.
(-i, -e) Gergin bir şeyle örtmek. 3. Kol, bacak, uzatmak. 4.
mec. Gergin duruma getirmek, gerginlik yaratmak, sinirlendirmek.
katlanmak (nsz) 1. Katlama işi yapılmak:
"Minnacık bir kir, olduğu yerde durmuyor, dakikada üçe beşe katlanarak çoğalan mikroplar üretiyordu." -E. Şafak. 2.
(-e) mec. Hoş olmayan bir duruma, güç şartlara dayanmak, tahammül etmek:
"Böyle bir yolculuğa katlanabilecek hâlde değildir." -F. R. Atay.
koymak (-i, -e) 1. Bir şeyi bir yere bırakmak, belli bir yere yerleştirmek:
"Öteki elini doktorun omzuna koydu." -S. F. Abasıyanık. 2. Bir kimseyi işe yerleştirmek, birine iş sağlamak:
Bu işe kimi koyacağız? 3. Bırakmak:
İçeri kimseyi koymuyorlar. 4. Katmak, eklemek:
"Mal üstüne mal koymak için içi giden bir kişidir." -S. Birsel. 5. İmza, tarih, adres yazmak. 6. Uyulması gereken kuralları belirlemek, ortaya çıkarmak:
"Orduda yaşayan manevi kuvveti de meydana koyuyor." -R. E. Ünaydın. 7.
(nsz) Etkilemek, dokunmak:
Bu söz ona çok koymuş. 8. Bir şey veya kimse için kullanmayı belirlemek, ayırmak:
"Giderlerini iki ay içinde yerine koydu." -N. Cumalı. 9. Bırakmak, terk etmek.
öğütmek (-i) 1. Bir araçla tane durumundaki nesneleri bir araçla ezerek un durumuna getirmek. 2. Ezmek, çiğnemek.
örtmek (-i) 1. Korumak, görünmez duruma getirmek veya gizlemek için üstüne bir şey koymak:
"Kadın bebeğini itina ile yatırdı, yüzünü örttü." -A. Gündüz. 2. Kapamak:
"Perihan kızdı, gidip piyanonun kapağını örttü." -P. Safa. 3. Kaplamak:
Sarmaşıklar duvarları örtmüş. 4.
mec. Kötü bir durumu belli etmemek, gizlemek, saklamak:
Birinin suçunu örtmek. sarmak (-i) 1. Çevresini çevirmek, çepeçevre dolanmak, çevrelemek. 2. Kuşatmak, çevirmek, ihata etmek:
Ordu düşmanı sardı. 3. Dolayında yer almak. 4. Yayılıp etkisi altına almak, kaplamak:
"Kültür düşüklüğündeki çöküş, yaygın bir hastalık gibi sarar toplumu." -N. Cumalı. 5. Örtmek. 6. Kucaklamak. 7. Yumak yapmak:
İpliği sarmak. 8. Şerit, ip vb. şeyler dolaşmak. 9. Kâğıt veya bir bitki yaprağıyla dürmek:
"Dolma sarıyorum diye yaprağı parmağıma doladım." -H. R. Gürpınar.
"Sardığı sigarayı tabakasına yerleştiriyor." -T. Buğra. 10.
(-e) Sarılıp tırmanmak:
Asma çardağı sardı. 11.
(-i, -e) Bir şeyi başka bir şeyin içine koyup onunla kaplamak:
Kitabı kâğıda sarmak. 12. Taşıt tırmanmak, yükseğe doğru çıkmak. 13. Saldırmak, hücum etmek:
"Faik Efendi biliyordu ki saracaklar hem de fena saracaklar." -M. Ş. Esendal. 14. Bir görev veya işin yerine getirilmesini başkasına yüklemek. 15.
mec. Sözle saldırmak, tedirgin etmek:
Evdekilerin hepsi bana sarıyor. 16.
mec. Hoşuna gitmek, zevkini okşamak:
"Bu canlılık, insanı on yıl önce görmüş olduğum muhteşem yazdan daha başka türlü sarıyordu." -A. H. Tanpınar.
söylemek (-i) 1. Düşündüğünü veya bildiğini sözle anlatmak:
"Bu konak için de yine senelerden beri aynı şeyi söylerim." -R. N. Güntekin. 2. Bir düşünceyi ileri sürmek, ortaya atmak:
"Hececiler kendilerinden sonra yeni bir edebî neslin yetişmediğini söylüyorlar." -S. F. Abasıyanık. 3. Yapılmasını istemek:
"Biraz sonra nazırın yine beni istediğini söylediler." -F. R. Atay. 4.
(nsz) Türkü, şarkı vb. okumak:
"Kanto söyler gibi hareketler ve taklitlerle söylediği şarkılar pek eğlenceli şeylerdi." -R. N. Güntekin. 5.
(nsz) Yazmak, düzmek:
Şiir söylemek. 6.
(-e) Haber vermek:
"Benim burada nasıl yaşadığımı görenler gidip babama da söylerler." -A. Ş. Hisar. 7.
(-i, -e) Önceden bildirmek, tahmin etmek:
"Bir değil iki tane olduğunu size söylemiştim." -R. H. Karay. 8.
(nsz) mec. Herhangi bir şeyi bildirmek, anlatmak, demek istemek, hatırlatmak:
"Ne söyler bu türküler / Ay karanlık gecelerde yüzen gemiler." -N. Cumalı.
sürmek (-i, -e) 1. Yönetip yürütmek, sevk etmek. 2. Devam etmek:
"Yenilenmesine karar verilen Meclisin yetkileri, yeni Meclisin seçilmesine kadar sürer." -Anayasa. 3. Önüne katıp götürmek:
Koyunları sürmek. 4. Uzatmak, ileri doğru itmek:
"Kahveyi ısıtıyor, suyu dolduruyor, cezveyi sürüyor, fincanı boşaltıyor." -M. Ş. Esendal. 5. Dokundurmak, değdirmek:
"Yüzümü saçlarına sürmek için başımı eğdim." -H. C. Yalçın. 6. Oturduğu, bulunduğu yerden, ülkeden ceza olarak başka bir yer veya ülkeye göndermek, nefyetmek:
"Mütarekede İngilizler onu Malta'ya sürdüler." -Y. Z. Ortaç. 7. Bir maddeyi bir yüzey üzerine ince bir tabaka olarak yaymak, dökmek, serpmek:
"Avucuna doldurup kokluyor; ensesine, şakaklarına, boynuna sürüyor." -R. H. Karay. 8.
tic. Bir malı satışa sunmak, piyasaya çıkarmak:
"Satılamayan ne kadar bayat, bozuk mal varsa pansiyonerlere sürerler." -H. R. Gürpınar. 9. Yasal olmayan yolla piyasaya para çıkarmak. 10.
(-i) Herhangi bir durum içinde bulunmak:
"Dört duvar arasında bir memur hayat sürüyordu." -Y. Z. Ortaç. 11.
(-i) Pulluk veya sabanla toprağı işlemek:
"Öküzünün biri ölünce tarlasını süremedi." -Ö. Seyfettin. 12.
(nsz) Olmaya devam etmek:
"Baygınlığım ne kadar sürdü bilmiyorum." -A. Gündüz. 13.
(nsz) Zaman geçmek:
Çok sürmez, her şey düzelir. 14.
(nsz) Zaman almak:
"Her odanın ziyareti bir saat sürmüştü." -A. Haşim. 15.
bit. b. Bitki, ot yetişip ortaya çıkmak, bitmek, yeşermek:
"Bu gölgeli yerlerde otlar bütün bir yaz mevsimi yeniden yeniye sürer, rutubetli toprakta bir bir arkasına yoncalar fışkırır, çayırlar kabarırdı." -R. H. Karay. 16.
(nsz) Olağandan daha çok, daha sık ve sulu dışkı çıkarmak.
vurmak (-e) 1. Elini veya elinde tuttuğu bir şeyi bir yere hızla çarpmak:
Masaya vurmak. Birinin başına vurmak. 2.
(-i) Ses çıkarmak için bir şeyi başka bir şey üzerine hızlıca çarpmak:
"Kapılarını vurmadan, kartını göstermeden, kademeye aldırmadan odalara giriyor." -R. H. Karay. 3. Etkisi bir yere kadar uzanmak, sokulmak, girmek, duyulmak, yansımak, aksetmek:
"Yıkık damından içeriye parça parça güneş vurur." -R. H. Karay. 4.
(-i, -e) Hızla değmek, çarpmak:
Kolumu duvara vurmuşum. 5. Sürmek:
Duvara boya, tahtaya cila vurmak. Yakı vurmak. 6. Takmak, koymak:
"Seni buradan ellerine kelepçe, ayaklarına zincir vurup öyle götürecekler!" -Y. K. Karaosmanoğlu. 7. Bağlama, ilişkilendirmek:
"Bohçacı ve yazmacı kadınların tuhaflığına vurarak etrafını alırlar." -R. H. Karay. 8. Olduğundan başka biçimde görünmek. 9.
(nsz) Batıcı veya kesici cisimleri saplamak, kakmak:
Bıçak vurmak. İğne vurmak. 10.
(nsz) Uygulamak, basmak, koymak:
Damga vurmak. 11. Ses çıkarmak, ses vermek, çalmak. 12.
(-i) Amaçladığı şeye rast getirmek. 13.
(-i) Hızla çarpmak:
Ayağını güm güm yere vurarak. 14.
(-i) Silahla yaralamak, öldürmek:
"Bir gün kızı kurtarmışlar, ayıyı vurmuşlar, kızı saraya götürmüş, padişahın oğluna vermişler." -H. E. Adıvar. 15. Dokunmak, hasta etmek:
"Bizim evin bacası çekmiyor. Bütün kış, maaile kömür vuruyor bizi bu yüzden." -N. Hikmet. 16.
(nsz) Soğuk, dolu vb. ürünlere zarar vermek:
Sebzeleri soğuk vurdu. Meyveleri dolu vurdu. 17.
(nsz) Kalp, vuru durumunda olmak, çarpmak:
"Kalbi öylesine kopacakmış gibi vuruyordu." -H. Taner. 18. Piyango vb. çıkmak, isabet etmek. 19. Üzerinde görünmek, üzerine düşmek:
Ağacın gölgesi duvara vuruyor. 20.
(-i) Desteklemek, dayamak:
Akşam olunca kapının desteğini vurduk. 21. Çıkmak, görünmek:
Su dışarı vurdu. 22. Sırtına, omzuna yerleştirmek:
"Hamalın biri sırtına koca bir ayna vurmuş götürüyordu." -H. Taner. 23. Bir şeyi başka bir şey üzerine koymak. 24. Tavla oyununda pulu kırmak. 25.
mec. Çok etki etmek, yaralamak. 26.
argo İçki içmek. 27.
(-i) argo Herhangi bir biçimde haksız yoldan para almak, soymak:
Birinin on milyon lirasını vurmak. 28.
(-i, -e) mat. Çarpma işlemini yapmak:
İkiyi dörde vurursak sekiz eder. yollamak (-i, -e) Göndermek:
"Hekim hademeleri aşağıya yolladı." -M. Ş. Esendal.
yürütmek (-i) 1. Yürüme işini yaptırmak, yürümesini sağlamak. 2. Gerektiği gibi yapmak, uygulamak:
İşlerini eskisi gibi yürütüyorlar. 3.
huk. Bir yargıyı yerine getirmek, uygulamak. 4.
(nsz) Kabul edilmesi veya tartışılması için bildirmek, açıklamak, öne sürmek:
Mütalaa yürütmek. Muhakeme yürütmek. 5.
mec. ve
tkz. İşinden veya bulunduğu yerden çıkarmak:
"Seni, teğmene bel bağlayıp girdiğin bisküvi fabrikasından nasıl yürüttülerdi." -H. Taner. 6.
argo Habersiz olarak almak, çalmak:
Bizim kalemi yürütmüşler.