ağırbaşlı sf. (ağı'rbaşlı) 1. Davranışları ölçülü, olgun (kimse), vakur, ciddi, hoppa karşıtı:
"Büyüdükçe sabırlı, ağırbaşlı bir insan oldu." -Y. Atılgan. 2. Değeri çok olan, ağır:
"Taşralarda ağırbaşlı kitaplar okumaya kalkışan öğrencileri, arkadaşları sarakaya alır." -S. Birsel. 3. Gösterişli.
alçak sf. 1. Yerden uzaklığı az olan, yüksek karşıtı:
"Kaşlarını çatarak bakakaldı dairenin alçak balkonuna." -E. Şafak. 2. Aşağıda olan, yüksek olmayan (yer). 3. Kısa (boy):
Alçak boylu bir adam. 4.
mec. Bile bile en kötü, en ahlaksızca davranışlarda bulunan, aşağılık, soysuz, namert, rezil, hain:
Vatan hizmetinden kaçanlar alçaktır. ciddi sf. (ciddi:) 1. Şaka olmayan, gerçek:
"Kısa zamanda yarı şaka, yarı ciddi tenkit edecek kadar yakınlaşmışlardı." -T. Buğra. 2. Ağırbaşlı:
"Ben onu pek ciddi bir genç olarak tanırım." -H. R. Gürpınar. 3. Titizlik gösterilen, önem verilen:
"Bu dönemde yazara konu üzerinde vukuf, ciddi incelemeler şart koşulur." -H. Taner. 4. Tehlikeli, endişe veren, ağır, vahim, kritik:
"Hastalığımızın oldukça ciddi olduğuna işaret etmekten kendimizi alamadık." -B. Felek. 5. Eğlendirme amacı gütmeyen. 6. Gülmeyen:
"O ciddi bir tavırla mühim bir şey anlatmaya hazırlanmış gibiydi." -Y. K. Karaosmanoğlu. 7. Güvenilir, sağlam, önemli:
"Ciddi bir gazetede genç bir muharririn şu sözleri beni hâlâ düşündürüyor." -O. S. Orhon. 8.
zf. Önem vererek, gerçek olarak:
Size bunu ciddi söylüyorum, yalan değil! 9.
zf. Güvenilir biçimde:
"Çok ciddi durunca mükemmel olduklarını sanıyorlar." -A. Kutlu.
çetin sf. Amaçlanan duruma getirilmesi, elde edilmesi, çözümlenmesi, işlenmesi güç veya engeli çok olan, zor, müşkül:
"Mühendislerin ayakları doğayı yokluyordu, onunla daha çetin bir savaşa hazırlanıyorlardı." -A. Ağaoğlu.
dokunaklı sf. Etkili, insanın içine işleyen, müessir, patetik:
"Seni anlıyorum kızım dedim. Aklıma daha dokunaklı bir söz gelmedi." -M. Ş. Esendal.
güç(I)
sf. 1. Ağır ve yorucu emekle yapılan, çetin, müşkül, efor, kolay karşıtı:
Eski yazıyı öğrenmek güç bir işti. 2.
zf. Zorlukla:
"Kendini yatağa güç atmış ve sızıp kalmıştı." -Y. K. Karaosmanoğlu.
güç(II)
is. 1. Fizik, düşünce ve ahlak yönünden bir etki yapabilme veya bir etkiye direnebilme yeteneği, kuvvet:
Zihin gücü. Yaşama gücü. 2. Bir olaya yol açan her türlü hareket, kuvvet, takat. 3. Sınırsız, mutlak nitelik:
Tanrı'nın gücü. 4. Büyük etkinliği ve önemi olan nitelik:
Paranın gücü. 5. Bir cihazın, bir mekanizmanın iş yapabilme niteliği:
Motorun gücü. 6. Siyasi, ekonomik, askerî vb. bakımlardan etki ve önemi büyük olan devlet, devletler toluluğu:
Güçler dengesi. 7. Bir ulus, bir ordu vb.nin ekonomik, endüstriyel ve askerî potansiyeli:
İnsan gücü. 8. Bir toprağın verimlilik yeteneği. 9.
mec. Yeterliliğini ve güvenilirliğini kanıtlamış kimse. 10.
coğ. Bir akarsuyun aşındırma ve taşıma yeteneği. 11.
fiz. Birim zamanda yapılan iş.
kırıcı sf. 1. Kırma işini yapan. 2.
mec. Kaba, sert, çevresindekileri inciten (davranış, söz vb.):
Kırıcı bir davranış. 3.
mec. Bir şeyin gerektiği gibi gelişmesini, oluşmasını önleyen, engelleyen:
Grev kırıcı. 4.
fiz. Kırınım oluşturan:
Kırıcı ortam. 5.
is. tic. Senet, tahvil, bono ve süresi gelmemiş alacaklarla ilgili alışveriş veya işlem yapan kimse, kuruluş.
kısık is. 1.
coğ. Kanyon. 2.
sf. Kısılmış olan. 3.
sf. Boğuk, güçlükle çıkan (ses):
"Arkasından çıtırtılar, kısık sesler geliyordu." -Y. Atılgan. 4.
sf. Hafifçe aralanmış, yumulmuş olan (göz kapağı).
korkulu sf. 1. Korku veren, korkutan:
"Gördüğü korkulu rüyalara ve bunların tabirlerine inanırdı." -A. Ş. Hisar. 2. Kendisinden kötülük gelebilen, tehlikeli:
"Hâlinden şerir, korkulu bir adam olduğu görünüyordu." -M. Ş. Esendal.
tehlikeli sf. Tehlikesi olan, korkulu, kazalı, muhataralı:
"Bizim aramızda, birbirimiz hakkında çok şey bilmek gereksiz olduğu gibi tehlikelidir de." -R. Mağden.
vahim sf. Ağır, korkulu, çok tehlikeli, vahametli:
"Siz sağlam bir vücutta mutlaka vahim bir illet bulmak hevesine düşmüşsünüz." -Y. K. Karaosmanoğlu.
yavaş sf. 1. Hızlı olmayan, çabuk karşıtı:
Yavaş bir yürüyüş. 2. Yumuşak huylu, yumuşak başlı:
Yavaş adam. Yavaş at. 3. Alçak, hafif. 4.
zf. Alçak, hafif bir biçimde:
"Yavaş tut, içinde kırılacak eşya var." -M. Ş. Esendal. 5.
zf. Hızlı olmayarak:
Yavaş vurdu. yoğun sf. 1. Hacmine oranla ağırlığı çok olan, kesif. 2. Koyu, kalın:
Yoğun bir sis. 3. Etkisi güçlü olan, ağır (koku vb.):
"Puslu havaya yoğun bir kükürt kokusu sinmiş." -A. Ağaoğlu. 4.
mec. Artmış, çoğalmış bir durumda olan:
O bölgede nüfus yoğundur. 5.
mec. Dolu, sıkı, sıkışık, çok. 6.
mec. Şişman, iri, tombul:
"İtibarlı masalarda, sigaralarını içen, iri kalçalı, beyaz sarışın birtakım yoğun kadınlar..." -A. İlhan. 7.
hlk. Kaba, kalın, iri (elek, iğne).